İletişim: dusuncedehlizi@gmail.com

9 Mayıs 2015

Semavattan Beslenen Şarlatanlar

https://rahmetyagmuru.files.wordpress.com/2011/09/kafa.jpgİnsanın tabiatında vardır, inanç gereksinimi. Fıtratı ve aklı, o temel gereksinim üzerine dizayn edilmiştir insanın. Yaradanı mükemmel; kemal sıfatlarıyla muttasıf, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah(c.c)’tır. ‘Üst-Level’ zekaya sahip olduklarını zanneden fakat sahip oldukları aklı kullanamadıklarından dolayı, Yaradanı bulamayan ateistler dahi bir inanca sahip; tüm inançları reddeder iken, her şeyi (insanı, eşyayı, dünyayı, evreni vb.) yoktan var eden bir gücün, varlığın olmadığına inanıyorlar çünkü. İnsanoğlu var olduğundan bu yana, türlü türlü inançlar olmuş gündeminde. Güneşe, bitkiye, hayvana, eşyaya, puta tapınanlar mı ararsınız, kendini tapınacak görenler mi. Firavunlar da görmüş bu dünya, ilahlık iddiasında bulunan fakat bir sivrisinek tarafından öldürülen Nemrud gibilere de şahit olmuş insanoğlu. Tapınmak için yaptığı putu, acıktığında yemekten de geri durmamış bir canlı insan. Firavun(lar)’a kafa tutan Hz. Musa(lar) dolaşmış yerkürede. Nemrud’u aklı ile mat etmiş; tüm putları kırdıktan sonra baltayı en büyük putun yanına koyarak, insanlara tezgahladıkları ve bizzat içine düştükleri tuzağı kendi ağızları ile itiraf ettirmiş feta(yiğit) gençler, Hz. İbrahim(ler) de görmüş bu dünya. İlk insandan bu yana hep devam etmiş hak ile batılın kavgası, kıyamete kadar da devam edecek şüphesiz.

Geçmiş asırların ve içinde yaşadığımız sürecin eksiksiz, şaibesiz ve bariz tek hakikati İslam. İslama muhalif ne varsa, istisnasız batıl; bariz gerçek bu; ister inan, ister inanma; sana kalmış. Batılı meşrulaştırmak, üstün kılmak ve hakikati kamufle etmek için yemin etmiş İslam muarızları, türlü türlü unsurlar ve ögeler kullanarak saldırıyorlar. Hepsi de, (kardeşi) Habil’i katlederek yeryüzünün ilk cinayetini işleyen, ilahi iradeyi beğenmeme küstahlığında ilk bulunan insan Kabil’in askerleri. Batıl ile mücadele konusunda çeşitli ölçüler, metodlar öğretmiş Peygamberler. İlahlık iddiasında bulunan, daha da ileri gidip insanları öldürebildiği ve diriltebildiği gibi evhamlara kapılan Nemrud gibileri, ‘Yarın da şu güneşin batıdan doğmasını sağla’ mahiyetinde ‘hönk’ dedirtecek türden mat etmenin biçimini ortaya koymuş İbrahim Peygamber. Hönkleyen Nemrud, başka çare bulamamış ve İbrahim için büyük bir ateş hazırlamalarını emretmiş. Benzeri bir çok örnek var insan tarihinde, yeterince okumamamız neticesinde  yeterince beslenemiyoruz haliyle.  Nebevi (Peygambere ilişkin) olan metodlardan yola çıkarak, ‘Allah(c.c)’ı inkar edenler ile Peygamber hakkında tartışmayız’ gibi tespitlerde bulunan alimler de olmuş; detaydaki doğruyu kıskıvrak yakalamak diyoruz biz böyle tespitlere.

Hak-batıl çatışması, kavgası insan ile süregelmiş ve kıyamete kadar da baki. Bir de, hakkın kendi içinde verdiği kavgalar var. Daha doğrusu, hak taraftarı olduğunu iddia edenlerin kendi aralarındaki savaşı. Birbirini kesen mi ararsınız, ötekini müslüman kabul etmeyen mi görmek istersiniz, mürid avına çıkan şarlatanları mı sorarsınız, kibirine İslam’ı alet edenden mi sual edersiniz; daha fazlası var mezkur kavgada. Çok daha fazlası var ne yazık ki.

Müslümanların, kendi aralarında yaptıkları kıyasıya kavgaların, yaşanan isnadsız ve dayanaksız cedelleşmelerin türlü türlü sebepleri, çeşit çeşit aktörleri var. CIA maaşlı belamlar, MOSSAD destekli tipler, MI6 yetiştirmesi misyonerler ve bu minvalde olanlar,  başaktörleri, bu amansız ve pervasız ihtilaflaşmanın. Hem başaktörleri, hem de körükleyicileri; İslam öğretisinin temel esaslarını sarsacak ve kitleleri cahil-cuhela bırakacak noktalardan girip İslam dünyasını ayakta tutan ana kaideleri hiçleştirerek gerçekleştiriyorlar planlarını. Beşeri sistemlerin gölgesinde, kendi iktidarlarını idame ettirmek ve halkları, kitleleri diledikleri şekilde sömürmek isteyen tüm devletlerin, istihbarat organlarını kullanarak kurdukları planlar, İslam’ı tahrif etmeye yönelik son tahlilde; İslam’ı yok edemeyeceklerini, tam anlamı ile silemeyeceklerini anladılar çünkü. Birlik ve beraberliğin, önemli bir direnç unsuru olması, İslam milletine has değildir sadece. Birlik ve beraberliğin milletleri güçlendirdiği, ayakta tuttuğu ve tüm tehlikelerden koruduğu, insanoğlunun ortak aklının kabul ettiği bir realitedir, bir hakikattir. Böyle bir direnç karşısında, geliştirilen taktik, ‘yok edemiyor isen, böl, parçala, kontrolü kolaylaştır ve kontrol et’ şeklindedir. Bu açıdan baktığımızda, altı çizilmesi gereken en önemli husustur, İslam ve dolayısıyla Müslüman hakkında oluşturulan spekülasyonlar.

İslam’a leke düşüren; İslam’ın şanına aykırı hareket eden, konuşan; İslam’ı kendi algısına göre pazarlamak isteyen; İslam’ı beşeri sistemlerin alt seviyesinde göstermek için çırpınan; İslam’ı sıradanlaştıran; İslam’dan nefret edilmesine sebep olan; İslam üzerinden etrafına kin kusan; Allah(c.c)’ı ve Peygamber(s.a.v)’ini kendi ihtiraslarına, menfaatlerine, egolarına, kibirlerine, iktidarlarına alet eden karakterler, ya zikrettiğim müstevli güçlerin uşaklarıdır, ya da müstevli güçlerin uşaklarından etkilenen, beyinleri prangalanmış kölelerdir. Daha açık bir ifade ile; Müslüman kisvesi adı altında, bilinçli veya bilinçsiz İslam’a halel getiren, İslam milletinin birliğini –her ne sebepten olursa olsun- bozguna uğratmaya çalışan biri; ya CIA gibi kurumlardan maaş almaktadır, ya da o kurumlardan maaş alan şarlatanların güdümüne girmiştir. Ya MOSSAD destekli sallıyor ve propaganda yapıyordur, ya da o propagandaların etkisini hissedemeyen ve reaksiyon gösteremeyen bir budaladır. Ya MI6 yetiştirmesi bir misyonerdir, ya da MI6 yetiştirmesi misyonerin rüzgarına kapılmış ve neye hizmet ettiğinin farkında olamayan idrak fukarasıdır. Bu noktada değinmeden geçemeyeceğimiz veriler de mevcut. Misyonerler çalışma metodlarını belirler iken, İslam’ı da hayli araştırmışlar. Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma, ‘Sömürü Ajanı İngiliz Misyonerleri’ isimli kitabında bu konuları kaynakları ile zikretmiş ve sıralamış; burada bir kaçını zikredeceğim sadece. Misyonerlerin tespitlerinden bir buket:
  • İslam toplumlarının zayıf taraflarına dair yapılan tespitlerden biri: Bütün İslam ülkelerindeki genel cehalet ve İslam hakkındaki bilgisizlik.
  • İslam toplumlarını ayakta tutanlara dair yapılan tespitlerden biri: İslam, müslümanların birlik ve beraberliğini emreder, tefrikadan kaçmalarını hüküm olarak esasa bağlar. İslam’da öğrenmenin önemi, çok ayrı bir yer tutar.
  • Müslümanların kırılması gereken kuvvetli yönlerine dair yapılan tespitlerden biri: Her türlü ırk, dil, kültür ve milliyetçilik taassubunun İslam’la kaldırılarak, bunların yerine İslam’ın konulması. Müslümanların bu kuvvetli yönünü kırmak için; İslam’ın, bu taassupları kaldırmasının önüne geçilmeli ve ırk, dil, kültür ve milliyetçilik gibi asabiyetler doruk noktalara taşınarak birlik ve beraberlik tarumar edilmeli. ‘Evet evet’ deyip durma okur iken. Anlattığım, seni dahi en az bir kez içine çekmiş bir hikaye. 30 yılı aşkındır kan akıtılıyor Anadolu topraklarında. İki taraftan oluşuyor bu kavga, haklı-haksız aramak yanlış; her iki taraf da cehaletin kurbanı olarak kullanılmış, kullanılıyor bu kavgada zira. Kavganın tetikleyici ana unsuru, ırk faktörü. Türk’e ‘Bir Türk dünyaya bedeldir’ deyip suni bir üstünlük pompaladılar, aynı toprakları paylaşan Kürt’e de ‘Sen eziliyorsun, hakkını aramalısın, al eline silahı ve öldür’ gibi tahrik edici kompleksi bulaştırdılar. Ve bugün İslam milletinden olan bir Türk ile bir Kürt, birbirlerine sırf ırk taassubundan ötürü ‘Sizi öldüreceğiz, yok edeceğiz’ diyebiliyorlar.
Mezkur kitapta, ellinin üzerinde, kaynakları ile zikredilen misyoner tespitlerinden, okuduğunuz satırlarımda izaha gayret ettiğim konu ile yakından alakalı hususları naklettim sadece.

Gerek dünya işlerinde, gerek dini konularda dehşet bir cehalete mahkum edildik yaşadığımız coğrafyada. Bizleriz, bu cehaletin suçluları. Ne dünyamıza sahip çıkabildik, ne de dinimize. Hep daha fazlasını istedik, hep tükettik; kendimizi geliştirmedik ve hiç üretemedik. Dünya tamahkarlığımızı, dünyamıza sahip çıkabilmek sandık; tetiklenmiş suni ihtiyaçlarımızın tatmininden başka bir şey değildi halbuki, dünyamız ve hayatımız için yaptıklarımız. Cahil kaldık, diledikleri yöne çekip sürükleyebildiler bizi. Bilmiyorduk, öğrenmedik; ‘Baş başa bağlıdır, baş da şeriata’ gibi lafları yuttuk ve aldatıldık. Asimile sürecimizde tüm imkanları kullandılar. Yeşilçam’ın televizyonlara yansıtılmaya başladığı yıllara bakın. Komedi filmlerinde işlenen temalara, bilinçaltı yapılan nokta atışlarına bakın. Sakallı bakkal, stokçu, tartıda usulsüzlük yapıyor, veresiye defterine fazla kayıt düşüyor sürekli, kandırıyor müşterilerini. Hala gülüyorsun belki de izler iken; farkında değil misin, kafanda oluşturulana göre ticaret yapan her sakallı (müslüman) sahtekar !.. Caminin imamı, sünepe, dedikoducu, üfürükçü, kadınların namuslarını dikizleyen röntgenci, tam bir ırz düşmanı nerede ise. Bunu da izliyorsun hala ve hayıflanıyorsun kendince. ‘Vay şerefsiz imamlar, din kisvesi altında milletin ırzına göz dikiyorlar’ gibi tasavvurlar cirit atıyor kafanda ve yer ediyor bilinçaltında. Bilmiyorsun çünkü, boşsun bu konuda. Körpe zihnine, dilediklerini yerleştiriyorlar bu yollar ile. Hatta daha da ileri gidip ‘Annesinin dizinden tahrik olan zihniyet’ safsatası ile örtünmeyi suçluluk hissine çeviriyorlar etrafındaki kadınların zihninde.

Irk, dil, kültür ve milliyetçilik gibi taassuplara kısaca değindim, maddeyi nakleder iken. Burada İslam, ne ırkımızdan utanmayı, ne dilimizi unutmayı, ne de kültürümüzden kopmamızı emrediyor. İslam, bu bağlamda, hepsini ve bu saydıklarıma duyduğumuz sevgiyi, İslam’a göre şekillendirip terbiye etmemizi esas koşuyor. ‘Benim dilim, senin dilinden daha güzel’, ‘Benim ırkım, senin ırkını döver’ gibi deli saçmalarının oluşturacağı fitnenin önünü kesiyor, İslam.

İslam’ın birlik ve beraberliği emretmesi. İslam’ın tefrikayı yasaklaması, İslam’ın ilim noktasındaki hassasiyeti. İslam’ın öğrenmeye verdiği önem. İslam’ın, kendisine tabi olanları korumak için getirdiği kıstasların, önce öğrenilmesi ve öğrenildikçe de müslümanlar tarafından hayata geçirilmesi. Çünkü İslam, bir yaşam tarzı. Konu başlığını garipsemiş mi idin okuduğunda ? Belki de, kuvvetle muhtemel hatta. İslam’ın birlik ve beraberliğini, kendisine tabi olmakla sınırlayan şarlatanlar var. İslam’ın tefrikayı yasaklamasına rağmen; İslam’ın kıstaslarını, kendi kibrini tatmin etmek, egosunu doyurmak için insanlara karşı kılıç gibi kullanan şarlatanlar da var. Şarlatan diyorum; İslam’dan bihaber, ne tebliğ metodlarına hakim, ne de anlatma kabiliyetine, bu gibi tipler. TDK sözlüğüne göre şarlatan kelimesi; kendi bilgi ve niteliklerini veya mallarını överek karşısındakini kandıran, dolandıran kimseyi ifade etmekte. Kısaca, bilir geçinen kimse, şarlatan.

Birkaç haftadır mercek altına aldığım sanal bir şarlatandan söz edeceğim sana. Bu şarlatanın şahsında toplanmış, biraraya gelmiş bazı vasıf ve taktikleri neşrederek, benzer vakalardan korunmamızı sağlamak temel amacım.

Dijital libası, içine saklandığı elbisesi, motamot ‘gonenli_ ali‘. Bu rumuzu alır iken, Gönenli Mehmed Efendi’den esinlendi belki de, kim bilir; Allah bilir elbette!.. Gönenli Mehmed Efendi’nin hayatını okumuş ise de, hiç bir şey anlamadığı kesin.  Takipçisi olduğum aylık mecmualardan birinde okumuştum, Gönenli Mehmed Efendi’nin (kısa) biyografisini. Bir çok özelliği var imiş merhumun. Beni cezbeden en önemli özelliği, katı yasakların uygulandığı dönemlerde dahi Kelamullah’ı (tecvid, tilavet) öğretme gayretini kesintiye uğratmaması olmuştu. Potansiyelini anlayabilmek için ise, ‘Reisülkurra’ olduğunu zikretmek kafi. Adam sadece kurra hafız değil, aynı zamanda kurra hafızların başkanı imiş yahu. Kuran-ı Kerim’i yedi kıraat ve on rivayet üzerine okuyan icazet almış üstat hafızlara kurra denir, merak etmiş, hatırlayamamış veya bilmiyor isen; malum, İslam terminolojisine dair bilgimizin derecesi sıfırın altında maalesef, dondurulmuş vaziyette. Şayet bu gonenli_ ali rumuzlu şarlatan, Mehmed Efendi’nin mirasına sahip çıkmak gibi bir evhama kapılmış ve dini tebliğ, irşad için kendini yollara vurmuş ise; hayal dünyasından uyanmasını telkin etmeyeceğim. O kadar da gaddar ve pesimist değilim. ‘İslam ahlakı ile ahlaklan, sonra düşünürüz bu hayalini sözde bıçkın (sanal) delikanlı’ demek durumundayım bu noktada. Her süpermen kostümü giyen uçabilse, örümcek adam taytı ile dolaşan ağ örebilse idi, hayaller biyografileştirilirdi. (Bırak şimdi ‘erkek ve tayt’ diyerek gözünde canlandırmayı, erkekte tayt çok dardan maada, çok ‘içine kaçmış’ duruyor kanımca) Ciddiye alınacak tarafı olmadığı gibi, bulaştığında sakız gibi yapışan türden, bu mezkur şarlatan.

Neden mi..? Gel, hem satırlarımın patikasında yürüyelim, hem de durumu yaşanmış vakaların gölgesinde mütalaa edelim.

Sevgisini yansıtma biçiminden etkilendiğimi söylemeliyim yalnız, Ferdi dayısından giriyor, arabeskin piri sayılan Orhan’dan çıkıyor. Nasıl ? Daha sesli sorsana, ne öyle mırıldanarak soruyorsun. ‘Batsın bu dünya’ deyip demediğini mi sordun ? Bilemeyeceğim, sormadım hiç. Dünyaya has bomba bir iddiası var lakin. ‘Düz’ diyor arkadaş. ‘Düzdür bu dünya’ bestesi, kendisini tanıyan bir çok kişiye de aşina. Dünyanın yuvarlak değil de, düz olduğunu savunduğuna defalarca şahit oldum. Anımsanmaya değer bir ayrıntıyı da aktarayım. Şirin bir arkadaşımız var. Zeki ve yaşına göre tadında çıkışları var bu arkadaşımızın. Gonenli_ ali’nin, kıyasıya dünyanın yuvarlak değil de düz olduğunu savunduğu tartışmalardan birinde, gündeme getirilen düz tepsi misaline karşın, ‘O tepsiyi, gonenli_ ali’nin kafasına vura vura yuvarlaklaştıralım da, anlasın’ mahiyetinde şirin bir espri yapmıştı, bahsettiğim arkadaşımız. Dünyanın düz olduğu iddiasını savunur iken, delillerini sunduktan sonra, muarızlarını dinleme sabrını ve cesaretini gösteremiyor. İddiası kitlendiğinde ve ikna edemeyeceğini anladığında, başlıyor dilinin ucundaki kılıcı sallamaya; evinde, kimsenin elini uzatıp yanağını (çocuk örselercesine) okşarcasına şamarlayarak ‘Hop hop birader, ilmi müzakerede bulunuyoruz şurada, haddini bil’ diyemeyeceği uzaklıkta nasılsa, sanal bıçkınımız. Tekfirlerini, müfteri ithamlarını havada uçuşturuyor. Bilir geçiniyor, yemeyince de hırçınlaşıyor şarlatan.

Dijital imkanları kullanmasını biliyor, chate endeksli olarak. Sesini duyurabiliyor, ‘Konuşun, konuşun, kayıt devam ediyor’ diyerek konuşulanları kaydetmeyi becerebiliyor. Dosyalıyordur da bu kayıtları, hatta veri bankası da oluşturuyor olabilir; hani kimin, ne zaman, nerede ve hangi konuda konuştuğunu daha iyi bulabilmek için. Bilir geçinen bu şarlatan, cidden biliyor olsa, bu tür şeylere temayül eder, daha da önemlisi uğraşı verip zaman harcar mı ? İnsanların konuşmalarını, yeri geldiğinde yüzlerine vurabileceğin hevesi ile –üstelik dini konularda (!)- kaydederek zapt altına alacaksın. Amacın ne senin ? Velev ki, kusurlu konuşsalar dahi insanlar, kendini haklı çıkarmak için kurduğun ayıp bankasının nasıl bir niyeti olabilir ? Neyin travmasıdır bu, sanal bıçkınım ? Şarlatan travması elbette, bilir geçinirliğinden kaynaklanan. İnsanların kusurlarını yakalayıp kendini ön plana çıkarmanın peşinde olan, nasihat adabından zerre nasiplenmemiş şarlatanın teki, mezkur şahıs. Bildiğini sandıklarını, yanlış bilmesinin yanında; asıl öğrenmesi gereken sosyal ahlak konusunda dirhem bilgisi ve birikimi yok. Halbuki diğerlerinin hatalı, eksik ve dahi fasık olmasının, bizi fazilet sahibi kılmadığını; İslam öğretisinin her bireye, yerli yerince, zaman ve mekanın şartlarına uygun, meşru görevler, sorumluluklar yüklediğini bilmiyor, bilir geçinen gonenli_ ali. Fikir, beyan ve dini idrak noktasında kendisi ile mutabık olmayanlar, birer düşman, ekarte edilmesi gereken birer eleman, bilir geçinen şarlatan için.

İkon diline de hakim aynı zamanda. Kendisini destekleyen bireylerin cümlelerini hiç kaçırmıyor ve anında kopyalıyor; tekrar tekrar yapıyor bunu. Kopyalama işini yapar iken de, dijital görsellikte ‘eyecatcher’ denilen, gözü ve dikkati kendine odaklayan unsurları kullanmayı da es geçmiyor. Bu noktada profesyonel olduğunu kabul etmek durumundayız. Sanal yiğidimiz, dijital bıçkınımız, yakaladığı cümleyigibi ikonlar ile tasdikliyor, ardından da megafondan çığırırcasına,ikonu ile işaret ederek ‘Bakın, bakın, beni destekleyen cümleyi iyi okuyun’ gibi naralar atıyor, dijital alemin görsel unsurlarını propaganda amaçlı kullanarak. Nasıl bir komplekse sahip ise, destekleyici tek kelimeyi dahi kaçırmıyor cidden. Sansasyon oluşturmak için etkili sayılabilecek bu ve benzeri faktörlere, bir de destekleyen kişileri yağlayıp sıvazlaması eklenince, kendi çapında mutlu oluyor; değmeyin öyle anlarda keyfine!..

İşine gelmeyen yazılı soruları görmüyor, işine gelmeyen sesli soruları da duymuyor. Çok ince bir taktiği var bu bağlamda. Kendine, süregelen zaman ve şarlatanlık tecrübeleri neticesinde telkinler verdiğini de düşünmüyor değilim. ‘Seni istedikleri yere çekmelerine izin verme’, ‘Sen istediklerini anlat ve ortamı karıştırıp tüm dikkatleri üzerinde topla’, ‘Senin ne mal olduğunu anlayanları da, dikkate alma, ignore et’ gibi telkinler mesela. Hemen ignore etmiyor lakin. Önce kısa bir diyaloga geçip yoklama çekiyor. Tarafına çekebileceğine dair ümitlendiğinde, sürekli o kişiye yönelik konuşmaya başlıyor. Canım, cicim demese de, ses tonunda tatlı bir ikna arzusu var ilk kertede. İş ciddiye bindiğinde ve muhatabı kendisine cevaplayamayacağı sorular sorduğunda, o yapmacık tatlı ikna arzusu gidiyor ve yerini çirkef bir ithamcıya bırakıyor. İçindeki kini kustuktan sonra da, kişiyi ya ignore ediyor ya da bulunduğu ortamdan çıkıp uzaklaşıyor. Çıkmasında da ayrı bir taktik söz konusu (imiş), kendisini yıllardır takip eden arkadaşlara göre; teknik olarak aynı ortamda bulunmaya devam ediyor zira, başka bir rumuzun arkasından ortamı dinlemeye ve okumaya devam ederek.

Karşılık veremeyeceğini, cevaplandıramayacağını anladığı sorularda, ilginç ilginç çarpıtma modellerine başvuruyor. Soruyu anlamamış ayağına yatıp, müenneslerin muayyen günlerinde yaşadıkları hırçınlığın getirisi olan anlamamazlık havasında tavırlar sergiliyor. Hayır hayır, sandığın gibi değil; müennesleri örselemiyorum bu noktada. Kendilerine özgü olan o dönem hırçınlığının, kadının tabiatından olduğunu ve kadının üzerinde bayağı durmadığını vurguluyorum bilakis. Ve ‘Sen neyin reglini yaşıyorsun şarlatan’ diye sormak istiyorum. Hani kadın, zorlu bir dönem yaşar o süreçte ve doğal olarak duygusallaşır, hırçınlaşır, ‘Sen beni artık eskisi gibi sevmiyorsun’ der. Hatta daha da ileri gider ve ‘Sen beni artık sevmiyorsun’ da der. Kadın bu arkadaşım, bayağı durmuyor onun üzerinde. ‘Evet, sana ne oluyor peki şarlatan ?’ diye sormak gerekiyor kendisine. Cevaplayamayacağı sorular veya kendisini mat eden, susturan vakalar ile karşılaştığında, ‘Gönenliye burada kimse katlanamaz, hakikatleri anlattığı için konuşmasına müsaade edilmez’ gibi nakaratlardan başlıyor; hızını alamayınca da, tekfir ederek, münafıklık ile suçlayarak kendisi ve yandaşları dışında herkesi biçiyor. Bir değil, iki değil yahu. Bunu sürekli yaptığını söylemekten ziyade, bunu tam bir alışlanlık haline getirdiğini ifade etmek şart bu noktada. Sosyal şizofreni de var az biraz bünyesinde. Her ne kadar güneşin kendi için doğduğunu iddia etmese de; şahsına muhalefetin, şahsi doğruluğundan ve kendisine beslenen hasetten kaynaklandığından dem vuruyor sürekli. Cehaletin getirisi olan hırçınlığı yaşıyor, bilir geçinen şarlatan.

Muhaliflerine lanet okuyor, hayasızca. Mezkur şarlatana muhalefet mi ettiniz, Allah(c.c)’a ve Resulüne muhalefet ve iftira etmiş oluyorsunuz. Söylemlerini, yorumlarını, açılımlarını kabul etmemek ile kalmayıp, iddialarını çürütecek deliller de getirenler, yandılar o an itibari ile; Allah(c.c)’a ve Resulüne iftira attıklarının yaygarasını koparıyor hemen. Ve bunu çok profesyonelce yapıyor. Muhalifleri ve ortamdakiler ‘Ne oluyoruz yahu’ gibi bir reaksiyon gösterir iken, konuyu hiç hissettirmeden çok farklı bir noktaya kaydırıyor, bu şarlatan.

Bundan belki de 3-4 veya daha fazla yıl önce, Hadis konusunda konuşur iken alıp yürüdüğü bir sırada, meseleye vakıf arkadaşlar hadis literatürü ve terminolojisinden bir kaç soru sordular bu şarlatana. Soru faslından, hafızamda çok belirgin şekilde kalanlar şunlar. Mütevatir hadis nedir ? Ahad hadis nedir ? Mütevatir ve ahad hadisler arasında ne gibi farklar vardır ve hangisi itikada delil olabilir ? Bu soruların sonrasında, hadis çeşitlerine vakıf olmadığını müşahede ettik. Bilmiyor olması problem değil, problem biliyor geçinmesi. Etrafına hadisleri kullanarak kan kusturan bir karakterin, en azından hadis çeşitlerini, kavramları, hadislerin tabi tutulacakları muameleleri bilmesi beklenir. Bu şarlatanda bilgi de sıfır, usul de sıfır lakin. O sohbetin son demlerinde de, soruları yönelten arkadaşları, hadis inkarcılığı ile itham etmişti müptezel. Münkirlik söz konusu olduğunda, kimsenin kendisine fark atamayacağının farkında değil halbuki. İslam ahlakının bariz münkirlerinden, bu şarlatan. O hadiseye şahit olduktan sonra ben de araştırdım şahsen. Soruları yönelten arkadaşların amaçlarının, işaret etmek istedikleri realitenin neler olduğunu çok daha iyi anladım hadis konusunu, az biraz da olsa tetkik edince. O arkadaşlar ‘Bu bilir geçinen şarlatanın söylemlerinden yola çıkıp ne tartışın, ne de bu gibilerden etkilenin. Öğreneceklerinizi salih kişilerden ve sahih kaynaklardan öğrenin’ gibi cümleler kurmuş oldular, soruları yönelterek ve elbette sonrasında sorduklarının mahiyetini tek tek izah ederek. Ve gonenli_ ali gibi şarlatanların ifsadını engellemek, bu nevilerin ifsad tezgahlarından korunmak istiyor isen, bir müslümanın bilmesi gerekenleri tahsil etmelisin en azından. Sana diyorum, evet!... Bu çok önemli. Seni ve etrafındakileri saptıramayacak bu tür şarlatanlar, izin vermeyeceksin buna, öğrendiğinde. Seni mat etmek için çamur taktiklerine başvurduğunda da, sakince, evet evet sakince ve kesinlikle hiç sinirlenmeden ‘Lan dangalak, karşında değil hadisi inkar eden, Allah Resulü ne demiş ise doğrudur mantığına ve şiarına sahip biri var, kaypaklık yapıp çamura yatma’ diyebilecek ve haddini bildirebileceksin, bilir geçinen şarlatana. Kızgınlığın ifadeleri telakki edilen ‘Lan dangalak’ gibi çıkışları sakince kullanmak ve sohbete devam etmek çok keyifli oluyor kimi zaman. Denemelisin, zırt pırt değil elbette, yerli yerince. Umarım, mezkur şarlatan da, en azından bahsi geçen kavramları araştırmış ve her birini gerektiği şekilde öğrenmiştir.

Diğer bir hadise ise iki hafta kadar önce oldu. Hadis terminolojisini incelediğimde; ravi, cerh ve tadil ilmi, adalet, rivayet zinciri gibi terimler ile karşılaşmış ve hadislerin güvenirliliğini tetkik noktasında sergilenen dikkate, sarf edilen efora hayran kalmıştım açıkçası. Yeri gelmişken; Allah(c.c), Peygamberimizin sözlerinin, dolayısıyla hadislerinin, orjinal şekilde ve katışıksız bizlere ulaşmasına vesile olmuş tüm Müslümanlardan razı olsun ! Amin !... Ravi ve rivayet zincirinin, hadislerin sıhhatinde (güvenirliliğinde) çok büyük bir rol oynadığını bildiğim için, dikkatimi çekmişti bir arkadaşın teklifi. Arkadaş, bilir geçinen gonenli_ ali’ye hitaben ‘Gönenli, bana ravilerini de sıralayarak, rivayet zinciri ile üç hadis oku, ben de senin fikirlerini benimseyeceğim’ şeklinde bir teklif getirdi, yazılı olarak. Bilir geçinen bıçkınımız, o hadis konusunda otorite imiş havasında ve nidasında davranan şarlatanımız, değil ravileri ile tek bir hadis okumak, ravilerin ehemmiyetine değinme ihtiyacı dahi duymadı ve her zaman yaptığı vechile, teklifi getiren arkadaşa saldırdı. Türlü türlü ithamlarda bulundu ve konuyu şirazesinden kaydırdı. Teklifi getiren arkadaş dinledi. Dinledikten sonra konuşma hakkını kullanarak, ravilerin önemine değindi, teklifindeki samimi amacı netleştirdi ve gonenli_ ali’yi Yaradana havale etti. Hadis noktasında, en önemli etkenlerden biri olan ‘ravi’ konusunda bile, çamura yatan birine şarlatan dememiz abartı mı sence ? Değil kesinlikle, emin olabilirsin bundan. Bilir geçinen herkes birer şarlatandır, konu ve içerik önem teşkil etmez. Tam olarak bu sebepten ötürü, şarlatananın tekidir gonenli_ ali.

Kibri had safhada, hiç kimse bilmiyor, anlamıyor, o biliyor. Müctehid imamlar olayı yanlış anlamış, bu tercümelerden yola çıkarak havada kapmış tüm konuları. Ben diyor sürekli, biz demiyor (Bu yazıyı okuduktan sonra dikkat edeceği konulardan biri de budur kanımca, ben yerine biz demeyi öğrenir umarım). Kibrini çok tabii bir durum ve kendinden bir parça gibi kabullenmiş, bütünleşmiş kibri ile artık; bildiğimiz kibir küpü çünkü. Bu anlamda ‘Sen Allah’ın dinini anlattığını iddia eder iken, kendi kafanda şekillendirdiğin İslam’ı anlatıyor gibisin’ denilebilir bu (tür) şarlatan(lar)a. Batıni (kalbi kibir, riya, haset, kin gibi illetlerden koruma metodlarını ihtiva eden) ilimlerin varlığından haberdar olmadığına kanaat getirebiliriz sanırım. Bugün sevdiceğim ile laflar iken, bir yandan da katıldığımız ortamı takip ediyor idim. Bombayı patlattı naylon muhaddisimiz. ‘Hadis konusunda sorunuz varsa, bana geleceksiniz’ minvalinde bir cümle yazdı. Ben cümleyi okuduğum anda gülmeye başladım, doğal olarak. ‘Aştı bu kendisini artık, baya aştı’ dedim hatta. Düşünebiliyor musun ? Şarlatan kendini hadiste otorite görüyor; sıfat hayalinin gelebileceği son nokta bu yahu. Hadis literatüründen ve terminolojisinden bihaber olan şarlatan, hadiste otorite sanıyor kendini. Yadırganacak bir durum değil aslında; bilir geçinen birine göre abartılı bir hayal, bir şizofreni değil bu. Lakin çok önemli bir husus var bu boyutta. ‘Biz senden bırak dini bilgi almayı veya hadis öğrenmeyi; biz senin gibilerden şahitlik dahi kabul etmeyiz. Zahmet edip, şahitlerde bulunması gereken, şahitlerde aranan vasıfları araştırmanı tavsiye ederim. Zerre haya duygusu kalmışsa bünyende şayet; araştırır iken okudukça utanacak ve kendini toparlamak için ilk adımlarını atacaksın gonenli_ ali’ diyoruz!..

Uslubunu ve sosyal zekasını toparlayacak olursak; ortama girdiğinde selam veriyor, sohbete müdahil olabileceği noktalar arıyor, noktayı yakaladığında müdahil oluyor, sakince başlıyor sohbete, muhalefet olmadığı sürece tatlı tatlı konuşuyor (güya); muhalefet başladığında hırçınlaşıyor, muhalifler çoğaldığında fokurdamaya başlıyor ve son kertede dayanamayıp basıyor tekfiri, okuyor laneti. Ya münafık oluyor muhalifi, ya kafir, ya da müfteri, hem de Allah(c.a)’a ve Resulüne iftira eden nevisinden. Bilir geçindiği için aşırı derecede cahil ve itici. İslam ahlakından nasiplenmemiş, edebin ne anlama geldiğini bildiği konusunda şüpheliyim. Zerre nasiplenmemiş ahlak esaslarından ve edepten. Bunlara rağmen, bilir geçinmesi, vazcayamadığı şarlatanlığından ve kibrinden ötürü. Firavun ile alakalı Ayetlerde, tebliğ metoduna referans getirilen, mulayemeti emreden bir Ayet var. Taha Süresi, Ayet 44’te mealen ‘İkiniz Firavun'a gidin; çünkü o, iyice azdı. Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitap edin. Olur ki aklını başına alır, yahut hiç değilse biraz çekinir.’ buyurmuş alemlerin Rabbi. Hitabın muhatapları Hz. Musa ve Hz. Harun. Düşünsene yahu, firavuna dahi tatlı ve yumuşak sözle hitap edilmesini emrediyor Allah(c.c). Bizim şarlatan da, basıyor tekfiri, kin kusuyor; karşısındakiler ne ilahlık iddiasında bulunanlar, ne de İslam’ı inkar edenler. Rabbimizin firavuna reva gördüğü tatlı muameleyi, müslüman kardeşine reva görmüyor gonenli_ ali. Velev ki bidat ehli olsun muhalifi, velev ki cahil olsun, velev ki zihni türlü türlü hurafelere kurban düşmüş olsun; karşısındaki müslüman olmasına rağmen, mulayim davranmak bir yana, sevgi ve saygı hudutlarını dahi koruyamıyor gonenli_ ali. Evet, sık sık vurguladığım vechile, tam olarak bu yüzden şarlatanın teki, bu gonenli_ ali.

İmam Ebu Hanife’yi beğenmiyor, beğenmeyebilir, en tabii hakkıdır. İslami ilimlerden bihaber olmasına, eline geçirdiği bir kaç eser ile ictihad yapabileceğine ve tüm sorulara cevap verebileceğine inanmasına rağmen, begenmeyebilir İmam Ebu Hanife gibi müctehidleri; edep hudutlarında kalması şartı ile elbette. Bunu da koruyamıyor lakin. Kibir çok acımasızdır bünyede, ateşin odunu yaktığı gibi yakar insanın fıtratına verilmiş hikmeti. Nakletmek istediğim bir hadise var bu noktada, az önce zikrettiğimiz Ayet ile ilintili. Ebu Hanife oğlunun münazaralarda sergilediği tavırların, usule uygun olmadığını saptayınca, yasaklar oğluna, münazarada bulunmayı. Oğlu haklı olarak şaşırır ve ‘Baba, sizi de sık sık dini meseleleri münazara eder halde görüyorum. Bana neden böyle bir yasak getiriyorsunuz’ diyerek sorar İmam’a. İmam Ebu Hanife ‘Oğlum, biz münazaralarda, muhaliflerimizin imanı başlarının üzerinden her an uçup gidebilecek bir kuş imişcesine hassasiyet gösterir ve hakkı ortaya çıkarmak için mütalaa ederiz. Fakat sizleri münazaralarda muhalifinizi mağlup etmek adına çok hırçın davranır görüyoruz’ der ve son noktayı koyar. Oğlu Ebu Hanife’yi anlar, Ebu Hanife de oğluna nasihat etmenin hakkını vermiş ve sukuttan gelen onayı almıştır. Hadis sevdalısı ve hatta hadis otoritesi olduğunu sanan şarlatana, ahlak ve sosyal zeka ile alakalı hadisleri okumasını tavsiye ediyoruz, yeri gelmişken.

Mezhep ve müctehid konusunda sergilediği tutuma fazla değinmek istemiyorum. İlerleyen günlerde, özellikle müctehid ve ictihad kavramları kapsamında kaleme alacağım yazımda, gereken verileri ortaya koymaya çalışacağım zira. İlim erbabının, istişare, münazara, mütalaa gibi konulardaki temel amacı; batılı iptal, hakkı ortaya çıkarmak olmuştur hep. İlkokul talebesinin mühendis cakası satması ne ise, mezkur şahsın bilir geçinmesi de benzer bir trajikomedidir. Ayetleri konuşur iken, mealini okuyor ve bodoslama dalıyor açıklamaya; ne bir müfessirden naklediyor, ne de bir tefsir kitabını kaynak gösteriyor. Müfessir de kendisi, tefsiri de kaydediliyor kuvvetle muhtemel; sormak lazım, kendi konuşmalarını da kaydediyor mu acaba ? Hadislere de aynı muameleyi yapıyor, arada Buhari ve Müslim diyerek bahsediyor; sanki her ikisi de pampası. En çok da; hadisleri bizzat Peygamberimizden duymuş gibi aktarmasına bitiyorum. Ravi falan yok, direk almış gibi okuyor. İmam Malik’in hadis dersindeki adabını ve edebini okusa, nasiplenir mi acaba ? Biz yapsak bu hatayı ne ise, gonenli_ ali gibi kendini hadiste otorite sanan bir şarlatanın yapması manidar elbette. Sarf ve nahivi geçtik, arapça bilmemesine rağmen, tercümelerden yola çıkarak ictihad yapabileceğine, tercüme metinlerden hükümler çıkarabileceğine gerçekten inanıyor mu ? Bilemiyorum. Her ne kadar ilim erbabı olduğuna inanıyor gibi heyecan yapsa da, kandırılmış kanımca; şeytana, nefsine, etrafındaki dalkavuklara veya toptan hepsine aldanmış olabilir bu noktada; kim bilir, Allah bilir elbette!..

Müslüman olabilmek için Kelime-i Tevhid şart; önce kalben inanacağız Kelime-i Tevhid’e, sonra da dilimiz ile ikrar edeceğiz. Kelime-i Tevhid ve Kelime-i Şehadeti ikrar eder iken, Allah(c.c)’ın varlığını, birliğini ve kudretini tasdik etmeden önce ‘LAİLAHE’ diyerek kalbimizi tüm putlardan, ilahlık iddiasında bulunan canlılardan, insanlardan, şeylerden temizliyor, sonrasında da Allah’a iman ediyoruz. ‘Yoktur ilah, Allah’tan başka’ diyoruz. Bu bağlamda çok önemli bir kavram var, tüm müslümanları ilgilendiren. Tağut kavramı. İmanın sahih (sağlam) olabilmesi ve ilahi anlamda kabul görebilmesi için, öncelikle (tüm) tağutların inkar edilmesi gerekiyor; Kelamullah’ta bir çok Ayet ile bildirilmiş bu durum. Bakara Süresi, Ayet 256; Nahl Süresi, Ayet 36; Nisa Süresi, Ayet 76; Ahzab Süresi, Ayet 66-68; Nisa Süresi, Ayet 60. Bu Ayetlerde tağutların inkar edilmesi gerektiği ve tağutlara tabi olanların durumu bildirilmiş. Tağut kavramı; Allah’ın indirdiği hükümlere mukabil (karşı, ters) olmak ve onların yerine geçmek üzere hüküm icad eden varlıklar; haddi aşan; insanları Allah’a ibadetten alıkoyan herşeyin ortak ismi gibi anlamlar taşıyor. Bu kavramı idrak etmemiz, dünyadaki zulüme, sömürülere, aldatılmışlığımıza, istismarlara fikir bazında kafa tutabilmemizin ana rüknü mesabesindedir. Mezkur şahıs, bilir geçinen gonenli_ ali, bu kavramın iman noktasında önem taşımadığını iddia edebilecek kadar çıldırmış. Kuran’da geçen bu Ayetleri okumamış olacak ki, Allah’a ve Resulüne iftira atmak ile suçluyor, bu kavramı gündeme getirip izah eden Müslümanları. Hatta damgalıyor. Şarlatanın kısır döngü aklına göre, tağut kavramını gündeme getirenlerin alayı Hizbut Tahrirci. Basmakalıp zihniyetin, slogancı çocuklarından biri olan mezkur şahsa şarlatan dememizin bir sebebi de bu densizliği. Bilmemek ile kalmıyor, biliyor havasında tekfir ediyor, müfterilik ile suçluyor çok önemli verilere haiz bir kavramı gündeme getirenleri. Zulüme boyun eğdirten, her yöneticiyi bizdendir düşüncesi ile herhalukarda bağrına basan, sustukça ezilen, ezildikçe cahil kalan bir İslam toplumuna dönüştürdüler, İslam coğrafyasında yaşayan Müslümanları. Bunu, tağut gibi kavramları unutturarak yaptılar. Tağut kavramını bilen, anlamını idrak eden, iman noktasında çok önemli bir kapsama sahip olduğunu öğrenen kitle(ler), cellatlarını sev(e)mez ve din adına sömürül(e)mezler. Tağut gibi kavramların gündeme gelmesinden rahatsız olan kişilerin hesapları İslam değildir kesinlikle. Dünya menfaatinin peşinde olanlar ve bilfiil Allah’ın hükümlerinin yerine kendi hevasını geçirmek isteyenlerdir, bu gibi kavramların gündeme getirilmesinden rahatsız olanlar. Bu şarlatanlar, dinimiz üzerinden ego bezirganlığı yapar iken, inandıklarını iddia ettikleri İslam’ı, en az İslam düşmanları kadar araştırıp sistematik şekilde öğrenebilseler, keşke. İnanç konusunda samimi olanlar, şarlatanlığı terkedip ‘yaşayarak’ örnek olmanın tadını ve kıvancını tadacaktır, öğrendikten sonra. Hal ile tebliğ, örnek olmanın, nasihatin, terbiye etmenin en doruk noktasıdır zira. Tıpkı Allah’ın Resulü, ahlakı tamamlamak için gönderildiğini beyan eden Hz. Muhammed(s.a.v) Efendimizin icra ettiği gibi.

Bilerek veya bilmeyerek sebep olduğu bariz fitneye gelince...

Müfessirler, Kuran-ı Kerim’deki hükümleri genel olarak ikiye ayırmışlar; muhkem ve müteşabih. Manası açık, ihtimalden beri olarak hükme varılan Ayetler, muhkem olanlar. Birçok manaya gelme noktasında ihtimal bulunan Ayetler de, müteşabih olanlar. Ve Al-i İmran Süresi’nin 7. Ayeti. Ayet’te mealen ‘(Habîbim) sana Kitabı indiren O’dur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir ki bunlar Kitabın anasıdır (temelidir). Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir. İşte kalplerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak (ötekini berikini saptırmak) ve (kendi arzularına göre) onun te'vîline yeltenmek için onun müteşâbih olanına tâbi olurlar. Halbuki onun te'vilini Allah’tan başkası bilmez, ilimde yüksek payeye erenler ise: Biz Ona inandık. Hepsi Rabbimiz katındandır» derler. (Bunları) salim akıllardan başkası iyice düşünmez’ buyuruluyor. Her Ayet’te olduğu gibi, mezkur Ayet’te de çok önemli bir haber var. Tehlike önceden bildiriliyor ve uyarılıyor. ‘Biz Ona inandık. Hepsi Rabbimizin katındandır’ dememiz kafi, müteşabih Ayet söz konusu olduğunda. Kalemime doladığım şarlatan, namıdiğer gonenli_ ali, bu Ayeti biliyor, anlamıyor lakin. Yılları aşkındır sahip olduğu takıntısından ve saplantısından olsa gerek, anlamıyor evet. ‘Bu kadar da olmaz’ dedirten türden takıntısı. Nerede boşluk bulsa, direk lafa giriyor ve Taha Süresi’nin 5. Ayet’ini gündeme getirerek konuşmaya başlıyor.

Taha Süresi, Ayet 5:

الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى

Ayet’in muhtelif mealleri:
  • O Rahmân Arş üzerine istivâ buyurdu.
  • O Rahman olan Allah Arş üzerinde oturuyor.
  • O çok esirgeyici (Allahın emr-ü hükmü) arşı istîlâ etmiştir.
  • Rahman (olan Allah) arşa istiva etmiştir.
Cümleler hep aynı, her defasında. Müslümanlar lafı uzatmadan ‘Biz, Ayet’e Rabbimizin murad ettiği şekilde inandık’ dedikçe, ‘Hayır, bu Ayet’e benim inandığım gibi inanacaksınız’ diyor ve başlıyor kafasına göre tevil etmeye. Tevil etmemesi noktasında uyarıldığında da, çamurlaşıp ‘Tevili siz yapıyorsunuz’ diyor. Allah’ın mekandan münezzeh olduğuna inanmamız tevil ve hatta Ayet’i inkar bu şarlatana göre. Kemal sıfatlarıyla muttasıf, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’ı, mekan gibi bir ihtiyaçtan, eksiklikten tenzih etmemizdeki inceliği anlayamayacak kadar müptezel, bu şarlatan. Müteşabih Ayetlere tevilsiz iman edenler cenahındanız, biz. İmam Malik, Arş üzerinde istiva’dan sorulunca ‘Allah’ın Arş üzerinde istivası malumdur, keyfiyyet meçhuldür. Bundan sormak bidattir. Bu Ayet’e inanmak ise vaciptir (farzdır)’ diyerek çok güzel bir cevap vermiş. Adı İmam Serahsi, anlatıldığına göre Mebsut isimli eseri talebelerine ezberinden yazdırmış. Araştırdım da, tercüme edilmiş bu eser ve türkçesi 30 cilt. Zalim sultana kafa tuttuğu, zalim sultanın istediği fetvayı dine aykırılığından ötürü vermediği için yıllarca kuyu hapsine maruz kalmış bir zat, muhlis bir alim. İmam Serahsi de ‘Ehli Sünnet vel Cemaat, nassla, yani kati Ayetler ve kesin delaletlerle bilinen aslı ispat ettiler, sıfatların aslını ispat ettiler, fakat müteşabih olan keyfiyeti üzerinde ise bir şey söylemeyip sustular. Bununla beraber sıfatların keyfiyetini aramakla meşgul olmayı caiz görmediler. Nitekim Yüce Allah(c.c), gerçek bilgi sahiplerini şu şekilde vasıflandırmaktadır’ demiş ve Ali İmran Süresi’nin 7. Ayetini delil getirmiş; tam isabet!...

Ve şarlatana seslenerek...

‘Ey şarlatan, hal böyle iken, mütemadiyen sebep olduğun fitneyi fark etmez misin sen ? Bre gafil, İslam coğrafyasında oluk oluk kan akar iken, insanları müteşabih Ayetleri tartışmaya sürüklemek ile neyi amaçlamaktasın ? Bre müptezel, müslümanların izzetini ayağa kaldırmak ve dünyadaki zulmün durması için neler yapmaktasın ? Sen dini tebliğ kisvesi altında kendi takıntını tatmin peşinde olduğunu görmez misin ? Sen din kardeşlerini, sırf sana muhalefet ettikleri için tekfir etmekten haya etmez misin ? Sen birlik ve beraberliğin böyle şarlatanlıklar ile alan-talan olduğunu bilmez misin ? Bre riyakar, bre kibir kurbanı, sen sanal imkanların ardına sığınarak kalp kırar, insan incitir ve kardeşlerinin hakkını tarumar eder iken, hesap gününün bir gün gelip çatacağını düşünmez misin ?’ gibi sorular soruyoruz.

Daha fazlası sorulabilir bu gibi tiplere. Daha da derinlere vurularak netleştirilebilir bu gibi vakaların, hastalıkları ve problemleri; daha da önemlisi amaçları. Yıllardır kendisine nasihat edilen, her defasında aynı hatalarından ötürü uyarılan, her seferinde aynı tutum ve davranışları sergileyen, İslam ahlakından yoksun, tebliğ metodlarına ihanet edercesine saldıran, İslam Hukuku’nun delillerinden Kuran ve Sünnet’i şahsi silahı gibi kullanan, bilir geçinen, tekfir konusunda kendisini otorite gören, kibrini doyurmak için çırpınan bir şarlatan olduğu için aldım kaleme, gonenli_ ali’yi.

Mezkur şarlatanın ve benzerlerinin tek derdi, haklı çıkabilmektir, hakkı ortaya çıkarmak değil!..

Bu teşhir neden ? Geçmiş paragraflarımın birinde de zikrettiğim üzere; İslam öğretisinin temel bilgilerine hakim olan veya hakim olmayan, İslam’ı kapsamlı şekilde öğrenmiş veya öğrenememiş samimi müslümanları, bu tür fitnelerden ve cehaletten bir nebze de olsa koruyabilmek adına. Farkındalığımızı dillendirip, gözlemlerimizi çevremize aktararak uyarabilmek adına bu teşhir.

Bu tür şarlatanları ciddiye almaya devam ettiğiniz sürece, palazlanacak ve bulandırmaya devam edeceklerdir. Kendi hallerine bırakın, muhatap olmayın; ekseni kaydırıp fitneye sebep olacak konulara temayül ettiklerinde konuşturmayın; susturma lüksünüz yoksa ortamını terk edin. Gerekli donanıma sahip ve bilgili, birikimli iseniz; nokta atışlı yapın mücadelenizi. Gerekli donanım ile kuşanmış iseniz; öncelikle bu nevi şarlatanların toplumu zehirlemesine engel olun, sonrasında da şarlatana nasihat edin. Nasihat edin ve bırakın. Nasihat, ilahi rıza gözetilerek yapıldığı sürece makbuldur zira. İslam ahlakına mugayir hareket etmeyin; bu şarlatan ve benzerleri sizi buna tahrik etse de, asla o tuzağa düşmeyin. Unutmayın; İslam üzerinde şaibeler oluşturmak için seferber olmuş binlerce, milyonlarca tiniyet ve zihniyet var iken, İslam’ı tebliğ konusunda, hiç kimseye prim verecek davranışlarda bulunmayın.

Ve...

Son tahlilde, şarlatana ve benzerlerine yönelik tavsiyelerimiz; psikolojik tedavi görmek için terapilere başvurmaları, tedavi sürecinden sonra da güvendikleri ve edebinden sual olunmayacak bir alimin, bilirkişinin dizinin dibine oturup sistematik bir şekilde ilim tahsil etmeleridir.


Bilgi kirliliğine mağlup düşmemek ve hakikate uygun gelişmelere ulaşabilmek ümidi ile...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder