Fuatavni, bir
kişi değil, bir kaç kişi de değil, bir karakter hiç değil. Fuatavni, alalade
seçilmiş bir isim değil, açılmış sıradan bir twitter hesabı da değil. Fuatavni,
strateji hesabı. Fuatavni, bir stratejinin adı; ardında kişi veya (üç, beş)
kişiler aramak aptallık. Verilecek isime kadar, üzerinde çalışılmış,
müzakere edilmiş ve karara bağlanmış bir stratejinin adı Fuatavni. Hatırlanma
hızlılığı, bilinçaltına yerleşme payı hesaba katılarak seçilmiş bir isim
Fuatavni. Anlam noktasında, her iki ismi de birbirine iliştirerek ‘yardıma
yürekli kişi’ veya ‘yüreği yardımsever’ gibi tümlemelerin üretilebileceği bir
hesap ismi Fuatavni.
Bilgi çağında
yaşıyoruz ve bu asrın en büyük silahı insan; asrın en büyük silahının silahı da
bilgidir. Dolayısıyla bu yönde yapılacak çalışmalar çok önemlidir.
Oluşturacağınız bilgi kirliliği ile doğru bilgileri çürütebilirsiniz; bir sepet
sağlam elmanın içine atılacak olan üç beş çürük elma erkenden fark edilmeyecek
olursa, sepetteki tüm elmalar çürümeye mahkumdur. Gündemleştireceğiniz
spekülasyon ve sansasyonlar ile toplumu kanalize edebilir, istediğiniz noktaya
çekebilirsiniz; bunu yapar iken de güdümünüze çektiğiniz kitleler tarafından
kurtarıcı, kahraman veya alternatifsiz tek kişi addedilmeniz de cabası. Estireceğiniz
şüpheli rüzgarlar ile toplumu paranoyak yapabilirsiniz. Her bireye ihtiraslar
botoxlayarak, koca bir toplumu sosyal şizofreni hastalarına çevirebilirsiniz
mesela. Çevremizde en yaygın olan hastalığın farkında değilsiniz...mi ? Hırs
tümörü, gün be gün yaygınlaşıyor; insanlığın tüm organ ve damarlarını sarmış,
ele geçirmiş halde. İşte dönemin soğuk savaşlarının en çok nemalandığı boşluk,
açık; hırs ve hırsın getirisi olan kontrolsüz ihtiraslar. Bu bağlamda kişilere
istediğinizi yaptırabilmeniz, yönlendirmek için kullandığınız faktörlere ve bu
faktörlerin hassasiyetlerine bağlıdır. Yeri gelmişken; sömürü sadece inanç ve
duygulardan beslenmez, ideolojiler de savunduğu anafikrin tebasını ve düşünceyi
sömürür olabildiğince. Bu tür örnekler
çoğaltılabilir, kontrollü gerilim stratejisini hayata geçirebilmek ve topluma
manipülasyon uyarlamak ile alakalı olarak.
Hepimizin malumu
olduğu üzere, savaşlar sadece patlayan, kan döken silahlar üzerinden yapılmıyor.
Bir bölgeyi veya ülkeyi, güç ve imkanlarınızı seferber ederek ele
geçirebilirsiniz. Ele geçirdiğiniz, güç kullanarak kontrolünüze aldığınız
sadece topraktan oluşan sınırlardır; orada yaşayan insanları ve özellikle de
beyinlerini ele geçirebilmeniz, toprak istilası kadar kolay değildir
kesinlikle. İnsanları esir alabilirsiniz, en fazla; beyinlerini esir
alamazsınız. Son asırlarda, büyük devletlerin ve güçlerin harcama yaptığı,
büyük önem verdiği konulardan biridir, beyinleri kontrol altına alabilmek. Bu
hedefe ulaşabilmek için seferber edilen imkanları tahayyül edebilir misiniz,
bilmiyorum. Psikologlar, toplum mühendisleri, sosyologlar, teologlar havada
uçuşmaktadır; ele geçirilen topraklardaki beyinlerin evrim yaşamasını –evrimden
kastım o toplumun din, dil, kültür ile alakalı tüm değerlerini yok ederek
asimile etmek- hayata geçirebilmek için. Bu da işe yaramaz ise; beyin evrimine
cevap vermeyenleri, toplum önünde ibret-i alem amaçlı sallandırır bu
zihniyet(ler). Son iki asırdır yaşanan, sözüm onlara ‘özgürlükçü, insanları
hürriyete kavuşturan’ devrimlerde olduğu gibi. Teknoloji gibi; insan üzerinde
yapılan bilimsel araştırmalarda da ilerleme kat ediliyor, sosyoloji ve
psikoloji dalında özellikle. Sözünü ettiğimiz arenaların verilerini iyi
kullandığınızda, bir bölgeyi veya ülkeyi silahsız ele geçirebilmeniz mümkündür.
Bahis konusu olan ülke insanının beyinlerini istila ettiğinizde, sizi zaten baş
tacı yapacaklardır; silaha ve güce ne gerek var. Ve en büyük değil de, marjinal
zafer de budur son tahlilde; bir toplumu ellerinden falan değil, şahdamarından
yakalayıp tüm organlarını kontrol altına alırcasına beyinlerini birer esire,
köleye çevirmek.
Bilgiyi devlet
bazında ele aldığımızda, en önemli bilgi kaynağının istihbarat olduğunu
söylemek mümkündür. Devlet; gerek tehdit algısının kapsadığı unsurların
hamlelerini önceden sezinlemek ve önlem almak için olsun, gerek düşmanlarına
karşı vereceği mücadelenin –düşmanın zaafları, gücü vb. konular- şeklini ve
yönünü belirleyebilmek için olsun; istihbarata zorunludur. Küçük bir çocuğun
süte duyduğu ihtiyaç gibidir, devletin istihbarattan beslenmesi. İstihbarat, bu
boyutlarda mübah olmaktan maada, zaruridir. İstihbaratın suyunu çıkarıp,
toplumları birbirine düşürüp kurtarıcı gibi ortaya çıkma hesabı yapanlar da
var; demokrasiyi ülkelere bombalar ile getiren, kendi menfaatleri için her
türlü zulümü mübah sayan güçler gibi örneğin. Veya; istihbarat denilen bilgi
toplama işini, mahrem hudutlarını aşma seviyesine taşıyan kanaat önderleri de
var. Bir örgüt, kitle, teşkilat veya cemaat düşünün; bu kalabalığın başındaki
kişi etrafındaki insanları birbirini takip etmek ile görevlendiriyor, tebanın
tamamı jurnal olmuş, yatak odalarına kadar, özel ilişkilere kadar hepsi,
istihbarat adı altında araştırılıp ‘ayıplar silsilesi’ olarak kayda alınıyor ve
‘zamanı geldiğinde kullanılmak üzere’ dolaba kitleniyor. İtaatsizlik yapan mı
var ? ‘Bakın hemen kayıtlarına, ne ile tehdit edebileceğimizi, şantaj
yapabileceğimizi saptayın, hemen kuzuya çevirelim ‘asilik’ yapmaya çalışan veya
bize gerekli yardımı(ödemeyi) yapmayan birey(ler)i’. Türkiye, bu
sıraladıklarımın daha da çoğunu, Gülen ve oluşumu sayesinde yaşadı. Fuatavni
gibi stratejilerin ağababası olan Gülen ve oluşumu. İnsanların mahremleri hiçe
sayılarak yapıldı tüm bunlar. İnsanları günaha teşvik ettiler, kadın(lar)ı
kullandılar, sevişmeleri porno sektörüne taş çıkaracak profesyonellik ile
kaydettiler, sonra da ‘bu zinakar’ yaygarası kopararak susturdular bir çok
insanı. Kimilerini de, nikahlıları ile sevişir iken dahi kayda aldılar,
röntgenciliğin bu boyutuna denilecek olanı size bırakıyorum!.. Başlarındaki
çarpık ve sapkın düşünceli karakterden, Gülen’den maada, bu tezgahın dişlileri
olan tebanın bu tür işleri, mübah ve zaruri olan istihbarattan saymaları ne
kadar hazin bir durum. Gülen ve oluşumunun, ne tür bir yapılanmaya sahip
olduğuna değinmeden, hizmet ettikleri ve parçası oldukları büyük projeye
değineceğim bir parça.
Bugün,
müstevlilerin, diğer bir tabir ile dünyayı kendi yönettikleri bir şirkete
dönüştürmeye çalışan güçlerin, Türkiye ve çevresinde kurduğu en büyük tuzak, ‘dine
karşı din’ tuzağıdır. Bu tuzağın, Ortadoğu coğrafyasında yaşayan insanların
çoğunluğunun inancına hakim olan İslam’a karşı alternatif bir din (Yahudilik,
Hıristiyanlık vb. gibi) pazarlanarak gerçekleştirileceğini düşünmek, büyük bir
ahmaklık olur. Bu tuzaklarını; İslam’ı, kendi heva ve heveslerine göre, çok
daha da önemlisi, sömürü sistemlerinin idamesini destekleyecek şekilde tahrif
ederek, İslam’dan yeni bir din çıkaracakları yönünde değerlendirmemiz gerekiyor
zira. Yıl 1989. Amerika Savunma Bakanlığı, Rand Corporation adlı kuruluştan ‘Türkiye’de
İslami Radikalizmin Geleceği’ konulu bir rapor ister. Güdülen amaç, Türkiye’yi
gelecek yıllarda da kendi kontrolünde tutabilmek ve kullanabilmek. 10 yıl geçer
aradan. Yıl 1999; ABD Başkanı Clinton, Türkiye ile İslam’ı kendince katıştırıp,
akıllara zarar yeni bir tanımlama üretir; Türkiye, laik bir İslam devletidir
Clinton’a göre!.. Vermek istediği mesajı anlamak için müderris veya dekan olmak
iktiza etmiyor; Clinton ‘Müslümanlar, laik ve demokratik bir sistem ile de
yönetilebilirler’ mesajı vererek, İslam toplumlarının bu şekilde
yönetilmelerinden memnun olduklarının altını çiziyor; örneği de Türkiye !..
Halbuki laiklik ile İslam’ın birbirine taban tabana zıt olduğunu tartışan bir
ülkedir Türkiye, haklı olarak. Hatta; hiç bir inancı olmamasına –Yaradanın
varlığını inkar eden bir tip, ateist kısacası- rağmen, kendisini Alevilere
yamayan ve maalesef Alevi kitlenin çoğunluğu tarafından sahiplenilen Aziz Nesin
dahi, bilimsel bir gerçeği ifade etmek için bu noktada ciddi ve realist bir
tespitte bulunmuş, ‘Bir insan ya müslümandır, ya da laiktir, ikisi birarada
olamaz’ minvalinde bir açıklama yapmıştır. 1999’un üzerinden yıllar geçer ve
takvimler 2003 yılını göstermektedir. Rand Corporation isimli kuruluş, bilgi
toplayıp rapor hazırlama görevine devam ediyor. Topladıkları veriler ile
hazırladıkları rapor kemale ermiştir artık ve dünya müslümanlarını
kapsamaktadır. ABD, İslam’a ve Müslümanlara neden bu kadar takmıştır mı sorunuz
? Büyük güçler, zulüm politikalarını besleyebilmek için kendilerine bir baş
düşman seçerler ve düşmanın varlığını referans gösterip her türlü hamlelerini
meşrulaştırmaya çalışırlar. Komünizm, dünya arenasında stabilizesini
yitirdikten ve dahi SSCB dağıldıktan sonra, tehdit olmaktan çıkmıştır artık ABD
için. Aynı koltuğa oturtabilecekleri bir düşman, aynı işlevi görecek bir unsur
lazımdır ABD’ye ve bu da İslam’dır. Kaldı ki, Ortadoğu coğrafyası yeraltı
kaynaklarından ötürü de büyük bir öneme sahiptir. O topraklardan pay alabilme
planlarının önündeki en büyük ve belirgin engel de ‘orjinal’ İslam’dır!..
Müslümanın istila altındaki topraklarını kurtarmak için verdiği tepki ‘terör’
telakki edilir iken, bu toprakları ve getirilerini kullanmak için envai çeşit
silahı kullanarak saldıran güçler ‘kurtarıcı’ olarak pazarlanmakta dünya
kamuoyuna. Hazırlanan rapora dönelim tekrar.
Raporda neleri
kayda değer telakki etmişler ? Ne gibi hususlara dikkat çekmişler ve ne gibi
tavsiyelerde bulunmuşlar ?
88 sayfalık bir
rapor, ana başlığı ‘Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler’.
Raporun takdim edildiği kişi George W. Bush, dönemin ABD Başkanı; kürsüden ‘Haçlı
Seferleri’ narası atan ABD Başkanı evet. Ne güzel dünya ama değil mi; Müslümana
gelince, ‘kökten dinci’ ve benzeri yakıştırmalar ile terörist ilan etmeler;
Hıristiyana veya Yahudiye gelince, ‘kutsal savaş’ gibi demeçler ile yapılacak
hamleleri kutsamak ve bütün dünya ile dalga geçercesine yutturmak. Raporun
girişinde, kendilerince saptadıkları ve ABD için tehdit olarak algıladıkları
bir tespit var. İslam ve Müslümanların, Batı demokrasisi değerlerine ve küresel
düzene uyumlu hale getirilemediklerinde, medeniyetler çatışması olasılığının
yüksek olduğunu vurgulayan tespit; ki raporun temel fikri de bu yönde nitekim.
Dünya
Müslümanlarını, dört ana gruba ayırmışlar raporda. Yıllarca incelemişler, kitle
psikolojilerini analize tabi tutup saptamalarda bulunmuşlar ve dört şubeye
bölmüşler evet. Bu noktada takdire şayan bir esasa değinmek gerekiyor;
profesyonel çalışıyorlar arkadaşım, toplumun kıncal damarlarına kadar
ilerleyerek topluyorlar edinmek istedikleri bilgileri. Biz de oturduğumuz
yerden devlet kurar, devlet yıkar; her ota, tüye konuşmayı marifet sayar; çok
iyi slogan atar bir toplumuz; realist olmak lazım. İcraatlarımız dahi şiir gibi
de, sevgiliye okunan yanlış serenat gibiyiz lakin. Dünya Müslümanlarını tabi
tuttukları dörtlü tasnife ve hangi grubu ne şekilde kullanabileceklerine dair
beyan ettikleri görüşlere kısaca değinmekte fayda var Fuatavni stratejisinin ne
gibi bir projenin uzantısı ve parçası olduğunu anlayabilmek için.
Raporda;
- 1. Köktendinci, Radikal Müslümanlar: Bu kitle, İslam’ı şiddetten kaçınmayan, saldırgan bir din olarak yorumlar ve buna göre de hareket eder. Nasıl kullanabiliriz bu kitleyi ? İslam üzerinde şaibe ve nefret uyandırabilmek için, geçici taktikler ile desteklenilebilecek, kullanılabilecek bir gruptur bu yoruma sahip olanlar. (Örneğin İŞİD. Tüm dünyanın terör örgütü olarak gördüğü İŞİD, silah gücünü kimlerden temin etmektedir ? Sahip olduğu petrolü kimlere satmaktadır ?)
- 2. Muhafazakar, Geleneksel Müslümanlar: İslam’ın kurallarına sadakat ile bağlıdırlar. Şiddet yanlısı değillerdir kesinlikle. Batı ve değerlerini sevmezler. Bu grubu nasıl kullanabiliz peki ? Bu grup ‘demokratik İslam’ anlayışını yerleştirmek için uygun değildir. Bunlara karşı, barışçı olduğumuzu hissettirmek yeterlidir. (Bu grubun içinden tuzağa düşenlere, Irak savaşında, o toprakları istila eden zalimleri ‘demokrasi tüccarı’ gibi algılayan zihniyet güzel bir örnektir.)
- 3. Modernist, Ilımlı Müslümanlar: Bu grup çok önemli vasıflara sahip. İslam’ın katı anlayış telakki ettikleri hüküm ve uygulamalarında değişiklik yapılması gerektiğini düşünürler. Peygambere saygısızlık yapmazlar, O’nun dönemindeki sosyal ve tarihi şartların bugün geçerliliğini kaybettiğini savunurlar lakin. En önemli özellikleri ise, fikirlerinin çağdaş demokrasi esasları ile örtüşmesidir. Nasıl kullanabiliriz ? Her türlü !.. Ilımlı İslam anlayışı, bize ‘demokratik İslam’ algısının kapısını açacak anahtardır. (Örnek mi istiyorsunuz ? Sonra...)
- 4. Laik- Seküler Dünya Görüşlerini Savunan Aydınlar: Din ile devlet işlerinin ayrılmasını fanatik şekilde savunurlar. Bu gruba göre, dinin kamusal alanda yeri yoktur, özel hayat ile kısıtlanmalıdır. Bu zihniyete göre, Allah ve dini İslam, devlet ve insan yönetiminden anlamaz ve bu gibi konularda bihaberdir. Kullanılabilirlilikleri ? Maddi destek verilmeli ve sahip oldukları düşüncenin yaygınlaşmasını sağlamalıyız (İslam’ı tahrif etmek için tüm imkanlarını seferber eden belam tipli pfofesörler örneğin.)
Raporun sonunda
da, ABD ve müttefiklerinin İslam’ı kontrol altına alabilmeleri için yapılması
gerekenler sıralanmıştır. Modernist, ılımlı İslam cemaatleri desteklenmelidir.
Maddi destek sağlanmalı, pilot liderlik modeli geliştirilmeli ve cemaatlerden bu
modele uygun kanaat önderleri tespit edilmelidir. İslam’da devlet ve dinin ayrı
tutulabileceği, bu durumun inanca zarar vermeyeceği ve zaruri olduğu ve hatta
bu uygulamanın İslam’ı güçlendireceği fikri yaygınlaştırılmalıdır. Muhafazakar
olan, geleneksel değerleri savunan kanaat önderlerinin kusurları araştırılıp ön
plana çıkarılmalıdır. Köktendinci müslümanlar ile muhafazakarların araları
açılmalı ve siyasi hedefleri olmayan tasavvufi hareketler teşvik edilmelidir.
Raporda toparlananların özeti kısaca bu şekilde. Düşünüyorum da, raporda altı
çizilenleri hayata geçirebildiler mi, geçirebiliyorlar mı ? Profesyonel şekilde
üstelik; etfamıza bakınıp biz müslümanların öbek öbek bölünerek, içe dönük
nasıl kavgalara tutuştuğumuzu görmemiz yeterli bunu anlayabilmemiz için.
Grupların
üçüncüsünde, ‘sonra’ dediğim örneklendirmeye gelmek istiyorum. RAND Corporation
isimli analiz kuruluşunun hazırladığı raporun, en sonunda ‘Derin Strateji’
başlığını taşıyan bir telkin var. Ilımlı bir İslami liderin hazırlanması
üzerinde durulmuş bu telkinde. Bu noktada takip edilecek olan siyaseti de
dillendirmişler hatta. Ilımlı İslamcılar cesur olmak ile kalmamalıdır. Bu tür
kanaat önderlerinin, insan ve kadın hakları, demokrasi gibi konularda projeler
geliştirmeleri sağlanmalı; en önemlisi de, İslam’ın bir üst kimlik değil,
insanların kimliklerinin bir parçası olduğu tezi işlenmelidir. Derin stratejiye
bakar mısınız, bilinçli olduğu kadar, can alıcı da. Son nokta, İslam’ın bir üst
kimlik olmadığına inandırmak. Bu ne demek biliyor musunuz ? Munafikun Süresi’nin
8. Ayetine dinamit koymak, o Ayeti yok saymaktır!.. Bu ve benzeri algıları
yaygınlaştırarak, bizi dirhem dirhem inkara sürüklemek istiyorlar. Gelelim
örneğe. Gülen ve oluşumudur, bahsi geçen derin stratejinin, Anadolu coğrafyası
ile alakalı en bariz muhatabı, askeri, hayata geçiricisi. Gülen, yapı ve
hitabeti ile ılımlı –her ne kadar son kertede ateşe düşürme bedduaları ile kara
mizaha konu edilmiş olsa da- bir karakterdir ve tebasına verilen eğitimde
mistik bir İslam algısı vardır. Gülen yapılanması, cizvit yapılanmasının
tıpatıpıdır nerede ise; okulları ile, misyonlarını hayata geçirmek için her
şeyi mübah saymaları ile. Gülen’in Pensilvanya’da kaldığı çiftliğin,
misafirlerini ağırladığı yerleşkenin daha önce Cizvit Tarikatı’na ait bir yaz
kampı olduğunun da altını çizmek yerinde olacaktır bu noktada. Ne ilginç bir
tevafuk değil mi...
Cizvitler dediğim
ise, katolik mezhebinin ilkelerini benimseyen bir tarikat; mevcut Papa’nın,
Papa 1. Francis’in de bir cizvit olduğunu ifade etmekte fayda var. İddialara
göre, cizvitlerin çok önem verdiği bir uygulamaları var. Hıristiyanlıklari ile
ilintili bir durum. Malumunuzdur, tahrif edilmiş Hıristiyanlık inancına göre,
itiraf odaları vardır kiliselerde, günahlardan arınmak için. Cizvitler, günah
itirafı odalarına yakın durarak devlet işlerinde bir çok önemli sırrı elde
ediyor ve bunları kendi çıkarları için kullanmaya çalışıyorlar, iddialara göre.
Bu bağlamda çok önemli bir ayrıntı var. Fuatavni denilen hesaptan teşhir edilen
devlet ve erkanına ait bilgiler, benzer (temelde aynı, uygulamada farklı)
metodlar ile ele geçirilmiyor mu ? Çok yalın bir örnek verecek isek; devletin
erklerine sızmış belirli karakterler, sızmışlıklarından ötürü dışarıya, kendi
cenahlarına, ağababalarına bilgi sızdırıyorlar ve bu bilgileri kendi çıkarları
doğrultusunda kullanıyorlar; şantaj, kamuoyu oluşturma, toplum mühendisliği adı
altında rant sağlama gibi emellerini hayata geçirmek için malzeme yapıyorlar.
Fuatavni
stratejisinde iki çeşit propaganda türünden besleniyorlar; gri ve kara
propaganda. Bir kaç doğrunun yanına, onlarca yalan ekleyerek gri propaganda yapıyorlar.
Ülke iktidarını -şahısları yıpratmak kamuflesi ile-, şüpheli gösterip
gölgelendirerek ve değerden düşürerek gerçekleştiriyor gri propagandalarını. Kara
propagandayı da, kendilerini –her ne kadar hangi güruhtan oldukları bilinse de-
saklayarak ve başka güçlerin ardına saklanarak yapıyorlar. Bu noktada, ülke
iktidarını bir partiden ibaret sanmak salağa yatmak ve başını kuma gömmüş
devekuşuna benzemek olur. Dikkatinizi çekerim; twitter gibi bir organın
üzerinden Türkiye’nin nerede ise sır derecesindeki devlet ve bürokrasi
bilgileri, şahsi ihtiraslar uğruna, çarşaf çarşaf ortaya dökülüyor. Bu durumdan
kimlerin nemalandığını tartışmamıza veya sıralamamıza gerek yok; bariz gerçek
ortada, zarar gören sadece Türkiye!.. Fuatavni stratejisini yerer iken, asla ve
kat’a Erdoğan’ı savunmak veya korumaya almak gibi bir vehimde değilim. Olaya
objektif bakarak, tarafgirlik yapmadan, oyun perdesinin arkasında dönen fırıldağı
görmeliyiz artık. Türkiye başbakanı, twittere posta koyamıyor, ne kadar acı bir
durum. Tarih olarak anımsayamayacağım şimdi. ‘Almanya’nın Annesi’ diye
adlandırılan Merkel’e hakaret edilen twitter hesabının tüm bilgileri, yarım
saat geçmeden Alman hükümetine bildirildi; sadece hesabın kapatılması ile
yetinilmedi. Türkiye, bu noktada twittere başvurduğunda, twitter iik kertede
cevap verme ihtiyacı dahi görmedi. Ardından, twittere girilmesi engellendi Türkiye
sınırlarında. İlk refleks twitterden değil, Türkiye çapında sosyal medyayı
kendi çıkarları için kullanan cenahlardan geldi. Ne imiş efendim, basın ve
iletişim hakları kısıtlanamaz imiş, özgürlük istiyor (bu ve benzeri yaygaraları
da kaleme alacağım fırsatım olduğunda) imişler. Bu durumdan haberdar olan
twitter, daha da gevşedi, fazla umursamadı Türkiye’nin ulaşıma engel koymasını.
Sevinenler ise, fuatavni stratejisinin ağababası olan kuklanın iplerini
ellerinde tutan oyun kurucular. Emellerine ulaşmış, beyinlerde asıl hedef
noktasında karartma oluşturabilmeyi başarabilmişlerdi. ‘Erdoğan’ fobisi adına,
ülkenin global karizmasının ve itibarının sosyal medya tarafından dahi
çizilebildiğini görememek. Twitter denilen sosyal medya kurumu, Amerika
hakkında bu tür bilgilerin teşhir edilmesine izin verir mi idi ? Asla. Bir
kişiye veya kitleye duyduğunuz kin, nefret ve benzeri duygular sizi
adaletsizliğe, daha da önemlisi ahmaklığa sürüklemesin; dikkat kesilin.
Menfaatler
kavgasının, savaşının hengamesinde sarhoş olup da, bir ülke başbakanının ve
kabinesinin yaptıklarının devlet mahremi olarak değerlendirilmesi gerektiğini
unutmayın. Bu kavgada kim mi suçlu ? Her iki taraf da elbette. Menfaatleri
çatışana dek, aynı melodinin aynı rıhtımında dans ediyor idiler; kucak kucağa,
koyun koyuna salsa yapmakta idi Erdoğan ile Gülen ve oluşumu. Ulusal arenada
kol kola geziyor idiler düne kadar; stratejik anlamda olsun, fikir ve çalışma
metodu bazında olsun, kol kola idiler. Bugün ise, birbirlerine nefret duyan ve
sahip oldukları çocuğu koz gibi kullanan; koz gibi kullanır iken de ikisinin de
çocuğu olan o sebinin geleceğini adeta karartmak istercesine tutumlar
sergileyen, yeni ayrılmış, karşı tarafı kıskandırmak veya çıldırtmak için her
türlü aracı nimetten sayan o iğrenç çiftlere benziyorlar. Taraflar, Erdoğan ve
Gülen; çocuk ise Türkiye verdiğim misale göre. Bu kapışmada, taraflardan maada
ülkem yıpranıyor ve global anlamda bir çok rezalete maruz kalıyor. İşte bu
yüzden, Fuatavni gibi stratejileri iyi okuyabilmeli, analitik yaklaşımlarımız
ile değerlendirdikten sonra ne kadar ciddiye alabileceğimize karar vermeliyiz.
Altını çizmek istediğim önemli husus ise; Erdoğan’ın elindeki sultayı alabilmek
için, dış güçlerin kucağına koşmak ve onların oyunculuğuna soyunup iktidara
talip olmak ihanetin dik alasıdır. Bu açıdan, ülke içinde olmanızın, siyasi
partililiğinizin veya ülke dışında yaşıyorluğunuzun, muhalif fikirliliğinizin
hiç bir farkı yoktur; o tiniyete takılacak tek rozet, ihanet rozetidir. Bugün,
bahis konusu hesapta deşifre edilenler neticesinde alkış tutanlar, kimler için
ve kimlere alkış tuttuklarını iyi düşünmek zorundadırlar.
Sözlerimi
bağlamadan, gri propaganda konusuna ve bir gerçeği örtmek için başvurulan
hunharlığa da kalem basmak durumundayım. Gri propaganda, önceki satırlarımda da
işaret etmeye çalıştığım gibi ve renginden de anlaşılacağı üzere, bulanıklık
oluşturma amaçlı yapılan propaganda türlerindendir. Yapan, hakkında propaganda
yaptığı kişi veya kitleye leke düşürmeyi amaçlamak ile kalmaz, kendi
doğruluğunu da tescilettirme peşindedir bu vesile ile. Tarih 30 Mart 2015. Yeni
Şafak isimli gazete, Gülen hakkında ulaştığı bazı belgeleri yayınlar ve mason
olduğunu neşreder.
Twitter hesabı
önemlidir bu noktada, strateji en çok da bu gibi durumlar için, bazı bilgileri
karartabilmek adına hayata geçirilmiştir; çok güvenilirdir Fuatavni çünkü!..
Kimselerin ulaşamadığı bilgilere ulaşabilmekte ve aynı bilgileri cesur yüreği
ile teşhir edebilmektedir. Doğruluğu sorgulanmaz bir karakterdir son kertede,
bazılarının indinde. Oturur, Gülen hakkında yayınlanan belgeyi incelerler ekip
halinde ve takıp takıştırabilecekleri noktalar tespit ederler. İki nokta
vardır; biri belgenin üzerindeki çay lekesi, diğeri de İstanbul merkezli telefon
numaraları. Çay lekesini, kara mizah yaparak kullanırlar; Emine Erdoğan’ın
içtiği (pahalı) beyaz çayı gündeme getirerek. Bu hamledeki amaç, Erdoğan’ın
lükse olan düşkünlüğünü –ki bu doğru ve beyaz propaganda için önemli bir
husustur- gündeme getirip, asıl konuyu anlık da olsa ironi metodu ile o an
okuyan kişiye unutturmaktır; dediğimiz gibi, Fuatavni çok güvenilir ve cesurdur
zira!.. Bir de telefon numarasına el atar, ‘O dönemde İstanbul merkezli telefon
numaraları 5 haneli idi’ der ve ‘güzel insanlar’ hitabı ile de bağlar el
atmasını. Hani, ‘Siz bu uydurmalara inanmayın, araştırmadan etmeden, biz ne
diyor isek onlara inanın ve bu vesile ile güzel insanlar olmaya hak kazanın’
misali. Kazın ayağı sandığı gibi değildir lakin. Bazı insanlar yine de
araştırır ve fuatavni stratejisinin salladığını ve o dönemde İstanbul merkezli
altı haneli telefon numaralarının olduğunu saptarlar. Yayınlanan belgeyi
karartma gayretlerinin geri tepmesi pek önemli değildir; kendilerine kayıtsız
inanan bir kamuoyu (kitle en azından) oluşturmuşlardır, Erdoğan’ın indirilmesini
isteyenler veya Gülen’i samimi duyguları ile liderleri görenler, ne fark eder.
Ve daha da önemlisi vardır; görevli oldukları projenin oyun kurucularından
destek alarak hayata geçirecekleri bir hamle. Misilleme, intikam, gündem
değiştirme; ne der iseniz artık, size kalmış. DHKP-C örgütü ile görüşülür. İki
eleman ayarlanır. Tarih 31 Mart 2015, tam tamına bir gün, Gülen hakkında
belgeler yayınlandıktan bir gün sonra devletin adliyesinde savcı rehin alınır
ve ülke çapında büyük boyutlara varacak elektrik kesintileri yaşanır. Fuatavni
hesabı, bu iki durumu da kıvançla bildirir twitter hesabında. Saat güneş
batımından sonrasını gösterdiği dilimlerde, operasyon yapılmış, savcı şehit
düşmüştür. Gülen’in masonluğu unutulmuştur ve fuatavni hesabı ‘güzel insanlar’
hitabı ile başlayan veya biten naralar atmaktadır. Kesilen elektriğin,
öldürülen savcının bileti Erdoğan’a ve ekibine kesilmekte; en önemlisi de,
Türkiye tekrar tüm dünyaya rezil olmaktadır...
Sosyal medya ile
ne kadar yönlendirebilir veya yönlendirilebiliriz ölçeğinin başka bir yüzü
olarak da değerlendirilebilir bu strateji.
Sonuç olarak; biz
öyle ‘Güzel insanlar’ gibi hitabetler ile başlamasına karşın zerre samimiyet, içtenlik
kokmayan botoxlu cümleleri sevmiyor ve kısaca ‘Lan, yürü git. Oturduğun kucak
ne ki, sen de ne olasın’ diyor ve meseleyi bağlıyoruz.
Gözlerinizin
önünde cereyan eden olaylarda, sadece size gösterilmek isteneni değil, aslolanı
da görmeniz bir adım ileride olmanızı sağlar; paranoyak olmamak ve müneccim
tafraları yapmamak kaydıyla elbette.
Hoşça ve dostça
kalın...
Yaziyi defalarca okudum amacim icinde illa eksigi bulmak degil cümleleri bölüp parcalayip sonra arkasinda olan hedefi cözmeye calistim. Makalenin icinde deginmis oldugun noktalar bildigimiz okudugumuz ellestiriler. Ancak bu yazinda AKP yi koruma altina almislikl sezinliyorum. Makale de gördügüm eksiklikler sunlar. Mesela Fuat Avnin ABD ürünü oldugunu hic deginmedin. Laikligi dine karsit göstermen beni dehset icine düsürdü. Ve buna Aziz Nesin i "o da kabul ediyor" diyerek örnek gösteriyorsun. 3.cüsü Twitter i kullanmayalim bilgilerimiz ele veriliyor ama kendin payalsimlari yine internet üzere veya Twitter üzere yapiyorsun ?! Twitter i özellikle AKP yasaklamaya calisiyor , neden cünkü burda onlarin yaptigi olumsuzklari paylasan en büyük platform. HDP /PKK - AKP/HDP ittifakina hic deginmiyorsun. Onlarin danisikli dögüslerine inanmiyacak kadar zeki oldugunu biliyorum. AKP ye gelince sadece tozunu aliyorsun biraz , daha cok bu siyasi Aglara hakim olmayan insanlari bir tarafa cekme gibi bir durum var sanki..... bu yazilarimin bir kelimesini eklemezsen seni cizerim :D Kaan.... .)))
YanıtlaSil