İletişim: dusuncedehlizi@gmail.com

22 Nisan 2015

Fuatavni Stratejisi

Fuatavni, bir kişi değil, bir kaç kişi de değil, bir karakter hiç değil. Fuatavni, alalade seçilmiş bir isim değil, açılmış sıradan bir twitter hesabı da değil. Fuatavni, strateji hesabı. Fuatavni, bir stratejinin adı; ardında kişi veya (üç, beş) kişiler aramak aptallık. Verilecek isime kadar, üzerinde çalışılmış, müzakere edilmiş ve karara bağlanmış bir stratejinin adı Fuatavni. Hatırlanma hızlılığı, bilinçaltına yerleşme payı hesaba katılarak seçilmiş bir isim Fuatavni. Anlam noktasında, her iki ismi de birbirine iliştirerek ‘yardıma yürekli kişi’ veya ‘yüreği yardımsever’ gibi tümlemelerin üretilebileceği bir hesap ismi Fuatavni.

Bilgi çağında yaşıyoruz ve bu asrın en büyük silahı insan; asrın en büyük silahının silahı da bilgidir. Dolayısıyla bu yönde yapılacak çalışmalar çok önemlidir. Oluşturacağınız bilgi kirliliği ile doğru bilgileri çürütebilirsiniz; bir sepet sağlam elmanın içine atılacak olan üç beş çürük elma erkenden fark edilmeyecek olursa, sepetteki tüm elmalar çürümeye mahkumdur. Gündemleştireceğiniz spekülasyon ve sansasyonlar ile toplumu kanalize edebilir, istediğiniz noktaya çekebilirsiniz; bunu yapar iken de güdümünüze çektiğiniz kitleler tarafından kurtarıcı, kahraman veya alternatifsiz tek kişi addedilmeniz de cabası. Estireceğiniz şüpheli rüzgarlar ile toplumu paranoyak yapabilirsiniz. Her bireye ihtiraslar botoxlayarak, koca bir toplumu sosyal şizofreni hastalarına çevirebilirsiniz mesela. Çevremizde en yaygın olan hastalığın farkında değilsiniz...mi ? Hırs tümörü, gün be gün yaygınlaşıyor; insanlığın tüm organ ve damarlarını sarmış, ele geçirmiş halde. İşte dönemin soğuk savaşlarının en çok nemalandığı boşluk, açık; hırs ve hırsın getirisi olan kontrolsüz ihtiraslar. Bu bağlamda kişilere istediğinizi yaptırabilmeniz, yönlendirmek için kullandığınız faktörlere ve bu faktörlerin hassasiyetlerine bağlıdır. Yeri gelmişken; sömürü sadece inanç ve duygulardan beslenmez, ideolojiler de savunduğu anafikrin tebasını ve düşünceyi sömürür  olabildiğince. Bu tür örnekler çoğaltılabilir, kontrollü gerilim stratejisini hayata geçirebilmek ve topluma manipülasyon uyarlamak ile alakalı olarak.

Hepimizin malumu olduğu üzere, savaşlar sadece patlayan, kan döken silahlar üzerinden yapılmıyor. Bir bölgeyi veya ülkeyi, güç ve imkanlarınızı seferber ederek ele geçirebilirsiniz. Ele geçirdiğiniz, güç kullanarak kontrolünüze aldığınız sadece topraktan oluşan sınırlardır; orada yaşayan insanları ve özellikle de beyinlerini ele geçirebilmeniz, toprak istilası kadar kolay değildir kesinlikle. İnsanları esir alabilirsiniz, en fazla; beyinlerini esir alamazsınız. Son asırlarda, büyük devletlerin ve güçlerin harcama yaptığı, büyük önem verdiği konulardan biridir, beyinleri kontrol altına alabilmek. Bu hedefe ulaşabilmek için seferber edilen imkanları tahayyül edebilir misiniz, bilmiyorum. Psikologlar, toplum mühendisleri, sosyologlar, teologlar havada uçuşmaktadır; ele geçirilen topraklardaki beyinlerin evrim yaşamasını –evrimden kastım o toplumun din, dil, kültür ile alakalı tüm değerlerini yok ederek asimile etmek- hayata geçirebilmek için. Bu da işe yaramaz ise; beyin evrimine cevap vermeyenleri, toplum önünde ibret-i alem amaçlı sallandırır bu zihniyet(ler). Son iki asırdır yaşanan, sözüm onlara ‘özgürlükçü, insanları hürriyete kavuşturan’ devrimlerde olduğu gibi. Teknoloji gibi; insan üzerinde yapılan bilimsel araştırmalarda da ilerleme kat ediliyor, sosyoloji ve psikoloji dalında özellikle. Sözünü ettiğimiz arenaların verilerini iyi kullandığınızda, bir bölgeyi veya ülkeyi silahsız ele geçirebilmeniz mümkündür. Bahis konusu olan ülke insanının beyinlerini istila ettiğinizde, sizi zaten baş tacı yapacaklardır; silaha ve güce ne gerek var. Ve en büyük değil de, marjinal zafer de budur son tahlilde; bir toplumu ellerinden falan değil, şahdamarından yakalayıp tüm organlarını kontrol altına alırcasına beyinlerini birer esire, köleye çevirmek.

Bilgiyi devlet bazında ele aldığımızda, en önemli bilgi kaynağının istihbarat olduğunu söylemek mümkündür. Devlet; gerek tehdit algısının kapsadığı unsurların hamlelerini önceden sezinlemek ve önlem almak için olsun, gerek düşmanlarına karşı vereceği mücadelenin –düşmanın zaafları, gücü vb. konular- şeklini ve yönünü belirleyebilmek için olsun; istihbarata zorunludur. Küçük bir çocuğun süte duyduğu ihtiyaç gibidir, devletin istihbarattan beslenmesi. İstihbarat, bu boyutlarda mübah olmaktan maada, zaruridir. İstihbaratın suyunu çıkarıp, toplumları birbirine düşürüp kurtarıcı gibi ortaya çıkma hesabı yapanlar da var; demokrasiyi ülkelere bombalar ile getiren, kendi menfaatleri için her türlü zulümü mübah sayan güçler gibi örneğin. Veya; istihbarat denilen bilgi toplama işini, mahrem hudutlarını aşma seviyesine taşıyan kanaat önderleri de var. Bir örgüt, kitle, teşkilat veya cemaat düşünün; bu kalabalığın başındaki kişi etrafındaki insanları birbirini takip etmek ile görevlendiriyor, tebanın tamamı jurnal olmuş, yatak odalarına kadar, özel ilişkilere kadar hepsi, istihbarat adı altında araştırılıp ‘ayıplar silsilesi’ olarak kayda alınıyor ve ‘zamanı geldiğinde kullanılmak üzere’ dolaba kitleniyor. İtaatsizlik yapan mı var ? ‘Bakın hemen kayıtlarına, ne ile tehdit edebileceğimizi, şantaj yapabileceğimizi saptayın, hemen kuzuya çevirelim ‘asilik’ yapmaya çalışan veya bize gerekli yardımı(ödemeyi) yapmayan birey(ler)i’. Türkiye, bu sıraladıklarımın daha da çoğunu, Gülen ve oluşumu sayesinde yaşadı. Fuatavni gibi stratejilerin ağababası olan Gülen ve oluşumu. İnsanların mahremleri hiçe sayılarak yapıldı tüm bunlar. İnsanları günaha teşvik ettiler, kadın(lar)ı kullandılar, sevişmeleri porno sektörüne taş çıkaracak profesyonellik ile kaydettiler, sonra da ‘bu zinakar’ yaygarası kopararak susturdular bir çok insanı. Kimilerini de, nikahlıları ile sevişir iken dahi kayda aldılar, röntgenciliğin bu boyutuna denilecek olanı size bırakıyorum!.. Başlarındaki çarpık ve sapkın düşünceli karakterden, Gülen’den maada, bu tezgahın dişlileri olan tebanın bu tür işleri, mübah ve zaruri olan istihbarattan saymaları ne kadar hazin bir durum. Gülen ve oluşumunun, ne tür bir yapılanmaya sahip olduğuna değinmeden, hizmet ettikleri ve parçası oldukları büyük projeye değineceğim bir parça.

Bugün, müstevlilerin, diğer bir tabir ile dünyayı kendi yönettikleri bir şirkete dönüştürmeye çalışan güçlerin, Türkiye ve çevresinde kurduğu en büyük tuzak, ‘dine karşı din’ tuzağıdır. Bu tuzağın, Ortadoğu coğrafyasında yaşayan insanların çoğunluğunun inancına hakim olan İslam’a karşı alternatif bir din (Yahudilik, Hıristiyanlık vb. gibi) pazarlanarak gerçekleştirileceğini düşünmek, büyük bir ahmaklık olur. Bu tuzaklarını; İslam’ı, kendi heva ve heveslerine göre, çok daha da önemlisi, sömürü sistemlerinin idamesini destekleyecek şekilde tahrif ederek, İslam’dan yeni bir din çıkaracakları yönünde değerlendirmemiz gerekiyor zira. Yıl 1989. Amerika Savunma Bakanlığı, Rand Corporation adlı kuruluştan ‘Türkiye’de İslami Radikalizmin Geleceği’ konulu bir rapor ister. Güdülen amaç, Türkiye’yi gelecek yıllarda da kendi kontrolünde tutabilmek ve kullanabilmek. 10 yıl geçer aradan. Yıl 1999; ABD Başkanı Clinton, Türkiye ile İslam’ı kendince katıştırıp, akıllara zarar yeni bir tanımlama üretir; Türkiye, laik bir İslam devletidir Clinton’a göre!.. Vermek istediği mesajı anlamak için müderris veya dekan olmak iktiza etmiyor; Clinton ‘Müslümanlar, laik ve demokratik bir sistem ile de yönetilebilirler’ mesajı vererek, İslam toplumlarının bu şekilde yönetilmelerinden memnun olduklarının altını çiziyor; örneği de Türkiye !.. Halbuki laiklik ile İslam’ın birbirine taban tabana zıt olduğunu tartışan bir ülkedir Türkiye, haklı olarak. Hatta; hiç bir inancı olmamasına –Yaradanın varlığını inkar eden bir tip, ateist kısacası- rağmen, kendisini Alevilere yamayan ve maalesef Alevi kitlenin çoğunluğu tarafından sahiplenilen Aziz Nesin dahi, bilimsel bir gerçeği ifade etmek için bu noktada ciddi ve realist bir tespitte bulunmuş, ‘Bir insan ya müslümandır, ya da laiktir, ikisi birarada olamaz’ minvalinde bir açıklama yapmıştır. 1999’un üzerinden yıllar geçer ve takvimler 2003 yılını göstermektedir. Rand Corporation isimli kuruluş, bilgi toplayıp rapor hazırlama görevine devam ediyor. Topladıkları veriler ile hazırladıkları rapor kemale ermiştir artık ve dünya müslümanlarını kapsamaktadır. ABD, İslam’a ve Müslümanlara neden bu kadar takmıştır mı sorunuz ? Büyük güçler, zulüm politikalarını besleyebilmek için kendilerine bir baş düşman seçerler ve düşmanın varlığını referans gösterip her türlü hamlelerini meşrulaştırmaya çalışırlar. Komünizm, dünya arenasında stabilizesini yitirdikten ve dahi SSCB dağıldıktan sonra, tehdit olmaktan çıkmıştır artık ABD için. Aynı koltuğa oturtabilecekleri bir düşman, aynı işlevi görecek bir unsur lazımdır ABD’ye ve bu da İslam’dır. Kaldı ki, Ortadoğu coğrafyası yeraltı kaynaklarından ötürü de büyük bir öneme sahiptir. O topraklardan pay alabilme planlarının önündeki en büyük ve belirgin engel de ‘orjinal’ İslam’dır!.. Müslümanın istila altındaki topraklarını kurtarmak için verdiği tepki ‘terör’ telakki edilir iken, bu toprakları ve getirilerini kullanmak için envai çeşit silahı kullanarak saldıran güçler ‘kurtarıcı’ olarak pazarlanmakta dünya kamuoyuna. Hazırlanan rapora dönelim tekrar.
Raporda neleri kayda değer telakki etmişler ? Ne gibi hususlara dikkat çekmişler ve ne gibi tavsiyelerde bulunmuşlar ?

88 sayfalık bir rapor, ana başlığı ‘Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler’. Raporun takdim edildiği kişi George W. Bush, dönemin ABD Başkanı; kürsüden ‘Haçlı Seferleri’ narası atan ABD Başkanı evet. Ne güzel dünya ama değil mi; Müslümana gelince, ‘kökten dinci’ ve benzeri yakıştırmalar ile terörist ilan etmeler; Hıristiyana veya Yahudiye gelince, ‘kutsal savaş’ gibi demeçler ile yapılacak hamleleri kutsamak ve bütün dünya ile dalga geçercesine yutturmak. Raporun girişinde, kendilerince saptadıkları ve ABD için tehdit olarak algıladıkları bir tespit var. İslam ve Müslümanların, Batı demokrasisi değerlerine ve küresel düzene uyumlu hale getirilemediklerinde, medeniyetler çatışması olasılığının yüksek olduğunu vurgulayan tespit; ki raporun temel fikri de bu yönde nitekim.

Dünya Müslümanlarını, dört ana gruba ayırmışlar raporda. Yıllarca incelemişler, kitle psikolojilerini analize tabi tutup saptamalarda bulunmuşlar ve dört şubeye bölmüşler evet. Bu noktada takdire şayan bir esasa değinmek gerekiyor; profesyonel çalışıyorlar arkadaşım, toplumun kıncal damarlarına kadar ilerleyerek topluyorlar edinmek istedikleri bilgileri. Biz de oturduğumuz yerden devlet kurar, devlet yıkar; her ota, tüye konuşmayı marifet sayar; çok iyi slogan atar bir toplumuz; realist olmak lazım. İcraatlarımız dahi şiir gibi de, sevgiliye okunan yanlış serenat gibiyiz lakin. Dünya Müslümanlarını tabi tuttukları dörtlü tasnife ve hangi grubu ne şekilde kullanabileceklerine dair beyan ettikleri görüşlere kısaca değinmekte fayda var Fuatavni stratejisinin ne gibi bir projenin uzantısı ve parçası olduğunu anlayabilmek için. 

Raporda;
  • 1.       Köktendinci, Radikal Müslümanlar: Bu kitle, İslam’ı şiddetten kaçınmayan, saldırgan bir din olarak yorumlar ve buna göre de hareket eder. Nasıl kullanabiliriz bu kitleyi ? İslam üzerinde şaibe ve nefret uyandırabilmek için, geçici taktikler ile desteklenilebilecek, kullanılabilecek bir gruptur bu yoruma sahip olanlar. (Örneğin İŞİD. Tüm dünyanın terör örgütü olarak gördüğü İŞİD, silah gücünü kimlerden temin etmektedir ? Sahip olduğu petrolü kimlere satmaktadır ?)
  • 2.       Muhafazakar, Geleneksel Müslümanlar: İslam’ın kurallarına sadakat ile bağlıdırlar. Şiddet yanlısı değillerdir kesinlikle. Batı ve değerlerini sevmezler.  Bu grubu nasıl kullanabiliz peki ? Bu grup ‘demokratik İslam’ anlayışını yerleştirmek için uygun değildir. Bunlara karşı, barışçı olduğumuzu hissettirmek yeterlidir. (Bu grubun içinden tuzağa düşenlere, Irak savaşında, o toprakları istila eden zalimleri ‘demokrasi tüccarı’ gibi algılayan zihniyet güzel bir örnektir.)
  • 3.       Modernist, Ilımlı Müslümanlar: Bu grup çok önemli vasıflara sahip. İslam’ın katı anlayış telakki ettikleri hüküm ve uygulamalarında değişiklik yapılması gerektiğini düşünürler. Peygambere saygısızlık yapmazlar, O’nun dönemindeki sosyal ve tarihi şartların bugün geçerliliğini kaybettiğini savunurlar lakin. En önemli özellikleri ise, fikirlerinin çağdaş demokrasi esasları ile örtüşmesidir. Nasıl kullanabiliriz ? Her türlü !.. Ilımlı İslam anlayışı, bize ‘demokratik İslam’ algısının kapısını açacak anahtardır. (Örnek mi istiyorsunuz ? Sonra...)
  • 4.       Laik- Seküler Dünya Görüşlerini Savunan Aydınlar: Din ile devlet işlerinin ayrılmasını fanatik şekilde savunurlar. Bu gruba göre, dinin kamusal alanda yeri yoktur, özel hayat ile kısıtlanmalıdır. Bu zihniyete göre, Allah ve dini İslam, devlet ve insan yönetiminden anlamaz ve bu gibi konularda bihaberdir. Kullanılabilirlilikleri ? Maddi destek verilmeli ve sahip oldukları düşüncenin yaygınlaşmasını sağlamalıyız (İslam’ı tahrif etmek için tüm imkanlarını seferber eden belam tipli pfofesörler örneğin.)

Raporun sonunda da, ABD ve müttefiklerinin İslam’ı kontrol altına alabilmeleri için yapılması gerekenler sıralanmıştır. Modernist, ılımlı İslam cemaatleri desteklenmelidir. Maddi destek sağlanmalı, pilot liderlik modeli geliştirilmeli ve cemaatlerden bu modele uygun kanaat önderleri tespit edilmelidir. İslam’da devlet ve dinin ayrı tutulabileceği, bu durumun inanca zarar vermeyeceği ve zaruri olduğu ve hatta bu uygulamanın İslam’ı güçlendireceği fikri yaygınlaştırılmalıdır. Muhafazakar olan, geleneksel değerleri savunan kanaat önderlerinin kusurları araştırılıp ön plana çıkarılmalıdır. Köktendinci müslümanlar ile muhafazakarların araları açılmalı ve siyasi hedefleri olmayan tasavvufi hareketler teşvik edilmelidir. Raporda toparlananların özeti kısaca bu şekilde. Düşünüyorum da, raporda altı çizilenleri hayata geçirebildiler mi, geçirebiliyorlar mı ? Profesyonel şekilde üstelik; etfamıza bakınıp biz müslümanların öbek öbek bölünerek, içe dönük nasıl kavgalara tutuştuğumuzu görmemiz yeterli bunu anlayabilmemiz için.

Grupların üçüncüsünde, ‘sonra’ dediğim örneklendirmeye gelmek istiyorum. RAND Corporation isimli analiz kuruluşunun hazırladığı raporun, en sonunda ‘Derin Strateji’ başlığını taşıyan bir telkin var. Ilımlı bir İslami liderin hazırlanması üzerinde durulmuş bu telkinde. Bu noktada takip edilecek olan siyaseti de dillendirmişler hatta. Ilımlı İslamcılar cesur olmak ile kalmamalıdır. Bu tür kanaat önderlerinin, insan ve kadın hakları, demokrasi gibi konularda projeler geliştirmeleri sağlanmalı; en önemlisi de, İslam’ın bir üst kimlik değil, insanların kimliklerinin bir parçası olduğu tezi işlenmelidir. Derin stratejiye bakar mısınız, bilinçli olduğu kadar, can alıcı da. Son nokta, İslam’ın bir üst kimlik olmadığına inandırmak. Bu ne demek biliyor musunuz ? Munafikun Süresi’nin 8. Ayetine dinamit koymak, o Ayeti yok saymaktır!.. Bu ve benzeri algıları yaygınlaştırarak, bizi dirhem dirhem inkara sürüklemek istiyorlar. Gelelim örneğe. Gülen ve oluşumudur, bahsi geçen derin stratejinin, Anadolu coğrafyası ile alakalı en bariz muhatabı, askeri, hayata geçiricisi. Gülen, yapı ve hitabeti ile ılımlı –her ne kadar son kertede ateşe düşürme bedduaları ile kara mizaha konu edilmiş olsa da- bir karakterdir ve tebasına verilen eğitimde mistik bir İslam algısı vardır. Gülen yapılanması, cizvit yapılanmasının tıpatıpıdır nerede ise; okulları ile, misyonlarını hayata geçirmek için her şeyi mübah saymaları ile. Gülen’in Pensilvanya’da kaldığı çiftliğin, misafirlerini ağırladığı yerleşkenin daha önce Cizvit Tarikatı’na ait bir yaz kampı olduğunun da altını çizmek yerinde olacaktır bu noktada. Ne ilginç bir tevafuk değil mi...

Cizvitler dediğim ise, katolik mezhebinin ilkelerini benimseyen bir tarikat; mevcut Papa’nın, Papa 1. Francis’in de bir cizvit olduğunu ifade etmekte fayda var. İddialara göre, cizvitlerin çok önem verdiği bir uygulamaları var. Hıristiyanlıklari ile ilintili bir durum. Malumunuzdur, tahrif edilmiş Hıristiyanlık inancına göre, itiraf odaları vardır kiliselerde, günahlardan arınmak için. Cizvitler, günah itirafı odalarına yakın durarak devlet işlerinde bir çok önemli sırrı elde ediyor ve bunları kendi çıkarları için kullanmaya çalışıyorlar, iddialara göre. Bu bağlamda çok önemli bir ayrıntı var. Fuatavni denilen hesaptan teşhir edilen devlet ve erkanına ait bilgiler, benzer (temelde aynı, uygulamada farklı) metodlar ile ele geçirilmiyor mu ? Çok yalın bir örnek verecek isek; devletin erklerine sızmış belirli karakterler, sızmışlıklarından ötürü dışarıya, kendi cenahlarına, ağababalarına bilgi sızdırıyorlar ve bu bilgileri kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyorlar; şantaj, kamuoyu oluşturma, toplum mühendisliği adı altında rant sağlama gibi emellerini hayata geçirmek için malzeme yapıyorlar.

Fuatavni stratejisinde iki çeşit propaganda türünden besleniyorlar; gri ve kara propaganda. Bir kaç doğrunun yanına, onlarca yalan ekleyerek gri propaganda yapıyorlar. Ülke iktidarını -şahısları yıpratmak kamuflesi ile-, şüpheli gösterip gölgelendirerek ve değerden düşürerek gerçekleştiriyor gri propagandalarını. Kara propagandayı da, kendilerini –her ne kadar hangi güruhtan oldukları bilinse de- saklayarak ve başka güçlerin ardına saklanarak yapıyorlar. Bu noktada, ülke iktidarını bir partiden ibaret sanmak salağa yatmak ve başını kuma gömmüş devekuşuna benzemek olur. Dikkatinizi çekerim; twitter gibi bir organın üzerinden Türkiye’nin nerede ise sır derecesindeki devlet ve bürokrasi bilgileri, şahsi ihtiraslar uğruna, çarşaf çarşaf ortaya dökülüyor. Bu durumdan kimlerin nemalandığını tartışmamıza veya sıralamamıza gerek yok; bariz gerçek ortada, zarar gören sadece Türkiye!.. Fuatavni stratejisini yerer iken, asla ve kat’a Erdoğan’ı savunmak veya korumaya almak gibi bir vehimde değilim. Olaya objektif bakarak, tarafgirlik yapmadan, oyun perdesinin arkasında dönen fırıldağı görmeliyiz artık. Türkiye başbakanı, twittere posta koyamıyor, ne kadar acı bir durum. Tarih olarak anımsayamayacağım şimdi. ‘Almanya’nın Annesi’ diye adlandırılan Merkel’e hakaret edilen twitter hesabının tüm bilgileri, yarım saat geçmeden Alman hükümetine bildirildi; sadece hesabın kapatılması ile yetinilmedi. Türkiye, bu noktada twittere başvurduğunda, twitter iik kertede cevap verme ihtiyacı dahi görmedi. Ardından, twittere girilmesi engellendi Türkiye sınırlarında. İlk refleks twitterden değil, Türkiye çapında sosyal medyayı kendi çıkarları için kullanan cenahlardan geldi. Ne imiş efendim, basın ve iletişim hakları kısıtlanamaz imiş, özgürlük istiyor (bu ve benzeri yaygaraları da kaleme alacağım fırsatım olduğunda) imişler. Bu durumdan haberdar olan twitter, daha da gevşedi, fazla umursamadı Türkiye’nin ulaşıma engel koymasını. Sevinenler ise, fuatavni stratejisinin ağababası olan kuklanın iplerini ellerinde tutan oyun kurucular. Emellerine ulaşmış, beyinlerde asıl hedef noktasında karartma oluşturabilmeyi başarabilmişlerdi. ‘Erdoğan’ fobisi adına, ülkenin global karizmasının ve itibarının sosyal medya tarafından dahi çizilebildiğini görememek. Twitter denilen sosyal medya kurumu, Amerika hakkında bu tür bilgilerin teşhir edilmesine izin verir mi idi ? Asla. Bir kişiye veya kitleye duyduğunuz kin, nefret ve benzeri duygular sizi adaletsizliğe, daha da önemlisi ahmaklığa sürüklemesin; dikkat kesilin.

Menfaatler kavgasının, savaşının hengamesinde sarhoş olup da, bir ülke başbakanının ve kabinesinin yaptıklarının devlet mahremi olarak değerlendirilmesi gerektiğini unutmayın. Bu kavgada kim mi suçlu ? Her iki taraf da elbette. Menfaatleri çatışana dek, aynı melodinin aynı rıhtımında dans ediyor idiler; kucak kucağa, koyun koyuna salsa yapmakta idi Erdoğan ile Gülen ve oluşumu. Ulusal arenada kol kola geziyor idiler düne kadar; stratejik anlamda olsun, fikir ve çalışma metodu bazında olsun, kol kola idiler. Bugün ise, birbirlerine nefret duyan ve sahip oldukları çocuğu koz gibi kullanan; koz gibi kullanır iken de ikisinin de çocuğu olan o sebinin geleceğini adeta karartmak istercesine tutumlar sergileyen, yeni ayrılmış, karşı tarafı kıskandırmak veya çıldırtmak için her türlü aracı nimetten sayan o iğrenç çiftlere benziyorlar. Taraflar, Erdoğan ve Gülen; çocuk ise Türkiye verdiğim misale göre. Bu kapışmada, taraflardan maada ülkem yıpranıyor ve global anlamda bir çok rezalete maruz kalıyor. İşte bu yüzden, Fuatavni gibi stratejileri iyi okuyabilmeli, analitik yaklaşımlarımız ile değerlendirdikten sonra ne kadar ciddiye alabileceğimize karar vermeliyiz. Altını çizmek istediğim önemli husus ise; Erdoğan’ın elindeki sultayı alabilmek için, dış güçlerin kucağına koşmak ve onların oyunculuğuna soyunup iktidara talip olmak ihanetin dik alasıdır. Bu açıdan, ülke içinde olmanızın, siyasi partililiğinizin veya ülke dışında yaşıyorluğunuzun, muhalif fikirliliğinizin hiç bir farkı yoktur; o tiniyete takılacak tek rozet, ihanet rozetidir. Bugün, bahis konusu hesapta deşifre edilenler neticesinde alkış tutanlar, kimler için ve kimlere alkış tuttuklarını iyi düşünmek zorundadırlar.

Sözlerimi bağlamadan, gri propaganda konusuna ve bir gerçeği örtmek için başvurulan hunharlığa da kalem basmak durumundayım. Gri propaganda, önceki satırlarımda da işaret etmeye çalıştığım gibi ve renginden de anlaşılacağı üzere, bulanıklık oluşturma amaçlı yapılan propaganda türlerindendir. Yapan, hakkında propaganda yaptığı kişi veya kitleye leke düşürmeyi amaçlamak ile kalmaz, kendi doğruluğunu da tescilettirme peşindedir bu vesile ile. Tarih 30 Mart 2015. Yeni Şafak isimli gazete, Gülen hakkında ulaştığı bazı belgeleri yayınlar ve mason olduğunu neşreder.

Twitter hesabı önemlidir bu noktada, strateji en çok da bu gibi durumlar için, bazı bilgileri karartabilmek adına hayata geçirilmiştir; çok güvenilirdir Fuatavni çünkü!.. Kimselerin ulaşamadığı bilgilere ulaşabilmekte ve aynı bilgileri cesur yüreği ile teşhir edebilmektedir. Doğruluğu sorgulanmaz bir karakterdir son kertede, bazılarının indinde. Oturur, Gülen hakkında yayınlanan belgeyi incelerler ekip halinde ve takıp takıştırabilecekleri noktalar tespit ederler. İki nokta vardır; biri belgenin üzerindeki çay lekesi, diğeri de İstanbul merkezli telefon numaraları. Çay lekesini, kara mizah yaparak kullanırlar; Emine Erdoğan’ın içtiği (pahalı) beyaz çayı gündeme getirerek. Bu hamledeki amaç, Erdoğan’ın lükse olan düşkünlüğünü –ki bu doğru ve beyaz propaganda için önemli bir husustur- gündeme getirip, asıl konuyu anlık da olsa ironi metodu ile o an okuyan kişiye unutturmaktır; dediğimiz gibi, Fuatavni çok güvenilir ve cesurdur zira!.. Bir de telefon numarasına el atar, ‘O dönemde İstanbul merkezli telefon numaraları 5 haneli idi’ der ve ‘güzel insanlar’ hitabı ile de bağlar el atmasını. Hani, ‘Siz bu uydurmalara inanmayın, araştırmadan etmeden, biz ne diyor isek onlara inanın ve bu vesile ile güzel insanlar olmaya hak kazanın’ misali. Kazın ayağı sandığı gibi değildir lakin. Bazı insanlar yine de araştırır ve fuatavni stratejisinin salladığını ve o dönemde İstanbul merkezli altı haneli telefon numaralarının olduğunu saptarlar. Yayınlanan belgeyi karartma gayretlerinin geri tepmesi pek önemli değildir; kendilerine kayıtsız inanan bir kamuoyu (kitle en azından) oluşturmuşlardır, Erdoğan’ın indirilmesini isteyenler veya Gülen’i samimi duyguları ile liderleri görenler, ne fark eder. Ve daha da önemlisi vardır; görevli oldukları projenin oyun kurucularından destek alarak hayata geçirecekleri bir hamle. Misilleme, intikam, gündem değiştirme; ne der iseniz artık, size kalmış. DHKP-C örgütü ile görüşülür. İki eleman ayarlanır. Tarih 31 Mart 2015, tam tamına bir gün, Gülen hakkında belgeler yayınlandıktan bir gün sonra devletin adliyesinde savcı rehin alınır ve ülke çapında büyük boyutlara varacak elektrik kesintileri yaşanır. Fuatavni hesabı, bu iki durumu da kıvançla bildirir twitter hesabında. Saat güneş batımından sonrasını gösterdiği dilimlerde, operasyon yapılmış, savcı şehit düşmüştür. Gülen’in masonluğu unutulmuştur ve fuatavni hesabı ‘güzel insanlar’ hitabı ile başlayan veya biten naralar atmaktadır. Kesilen elektriğin, öldürülen savcının bileti Erdoğan’a ve ekibine kesilmekte; en önemlisi de, Türkiye tekrar tüm dünyaya rezil olmaktadır...

Sosyal medya ile ne kadar yönlendirebilir veya yönlendirilebiliriz ölçeğinin başka bir yüzü olarak da değerlendirilebilir bu strateji.

Sonuç olarak; biz öyle ‘Güzel insanlar’ gibi hitabetler ile başlamasına karşın zerre samimiyet, içtenlik kokmayan botoxlu cümleleri sevmiyor ve kısaca ‘Lan, yürü git. Oturduğun kucak ne ki, sen de ne olasın’ diyor ve meseleyi bağlıyoruz.

Gözlerinizin önünde cereyan eden olaylarda, sadece size gösterilmek isteneni değil, aslolanı da görmeniz bir adım ileride olmanızı sağlar; paranoyak olmamak ve müneccim tafraları yapmamak kaydıyla elbette.


Hoşça ve dostça kalın...

1 yorum:

  1. Yaziyi defalarca okudum amacim icinde illa eksigi bulmak degil cümleleri bölüp parcalayip sonra arkasinda olan hedefi cözmeye calistim. Makalenin icinde deginmis oldugun noktalar bildigimiz okudugumuz ellestiriler. Ancak bu yazinda AKP yi koruma altina almislikl sezinliyorum. Makale de gördügüm eksiklikler sunlar. Mesela Fuat Avnin ABD ürünü oldugunu hic deginmedin. Laikligi dine karsit göstermen beni dehset icine düsürdü. Ve buna Aziz Nesin i "o da kabul ediyor" diyerek örnek gösteriyorsun. 3.cüsü Twitter i kullanmayalim bilgilerimiz ele veriliyor ama kendin payalsimlari yine internet üzere veya Twitter üzere yapiyorsun ?! Twitter i özellikle AKP yasaklamaya calisiyor , neden cünkü burda onlarin yaptigi olumsuzklari paylasan en büyük platform. HDP /PKK - AKP/HDP ittifakina hic deginmiyorsun. Onlarin danisikli dögüslerine inanmiyacak kadar zeki oldugunu biliyorum. AKP ye gelince sadece tozunu aliyorsun biraz , daha cok bu siyasi Aglara hakim olmayan insanlari bir tarafa cekme gibi bir durum var sanki..... bu yazilarimin bir kelimesini eklemezsen seni cizerim :D Kaan.... .)))

    YanıtlaSil