100 yıl geçti o günden bu yana; eksiksiz-fazlasız, tamtamına bir asır. Sırt sırta vermiş, Anadolu topraklarını düşmanın kirli el ve emellerinden
temizlemek için savaşan yiğitlerin, benzeri nadir olan, Ashab-ı
Kiram’dan esinlenerek tarihe not düştükleri zaferin üzerinden tam bir
asır geçti.
Tüm
dünyaya şaşkınlık yaşatan bir zaferdi. Bütün düşmanlar hayretler içinde
kalmıştı; şaşkın oldukları kadar, mağlup da olmuştular. O gün, bugün
her fırsatta konuşuldu Çanakkale’de verilen mücadele, hak edilen zafer.
Evet, onlar hak etmiştiler zaferi, galibiyeti. Cephenin arka planında
techizat temizleyen, yemek yapan, yaraları saran mücahide kadınlar;
kınalı kuzu sıfatlandırılması ile cepheye koşmakta tereddüt etmeyen,
şehit düşmek için dua eden, bir o kadar da, şehit düşmeden yeteri kadar
düşman yok edebilme şerefine nail olabilmek için Yaradana yalvaran
gençler, tıfıl delikanlılar; yıllarını bu topraklarda geçirmiş, ailesi,
evi, sevdikleri bu topraklarda yaşayan koca(man) koca(man) yiğitler;
hayatlarını İslam’a, ümmetin refahına adamış delikanlı ihtiyarlar; hepsi
galibiyeti hak etmiş, zaferi tadımsamış ve en önemlisi, ne için
savaştıklarını bilen, her biri şahsına münhasır timsallerdi.
Evet;
Çanakkale’de savaşanların genci de, orta yaşlısı da, ihtiyarı da ne
için savaştıklarını biliyorlardı. Orada, o gün Türk, Kürt, Çerkez, Laz,
Gürcü vesaire yoktu; yek vücut olmuş Müslümanlar vardı zira. Ümmet
şuurunu yüreklerine sindirmiş; o günün öncesinde birarada yaşamayı,
birbirlerini kendi nefisleri gibi korumayı, bu şuurun gölgesinde görev
edinmiş Müslümanlar vardı. Tek bir hedefleri vardı; topraklarımızda,
ümmetin üzerinde dolaşmaya çabalayan düşman elini kökünden kesip atmak.
Düşmanın eli kadar, emellerinin de kirli olduğunu çok iyi idrak
etmiştiler; canları pahasına da olsa izin vermemeye yemin içtiler;
vermediler de, sildiler düşmanı ve emellerini topraklarımızdan.
Çanakkale’de savaşan sadece bedenler değildi; ümmet şuuru savaştı, İslam
ruhu kıyasıya çarpıştı düşman miğferleri ile. Ve Allah(c.c), Hatemü’l
Enbiya’nin Ashabı’na lütfettiği zaferlerin benzerini, o gün senin,
benim, hepimizin dedelerine ve nenelerine lütfetti. Çünkü; o günün
savaşının ruhunda yatan amaç, yürekleri sarmış olan İslam inancını yere
düşürmemekti.
Peki
ya biz ? Bizim, bu bilinçli, mertlik abidesi, art niyetlerden uzak,
sadece hakları olan can, akıl, din, nesil ve mal emniyeti için savaşan
ve verdikleri bu asil savaşta şehit düşenleri anmaya, onların
yaptıklarından yola çıkarak gururlanmaya, onları sahiplenmeye hakkımız
var mı ?
Bugün’ün Türkiye’sine bakalım bu sorumuza cevap bulabilmek için…
Çanakkale’de
belirleyici unsurlardan biri olan ‘ümmet şuurundan’ zerre göremiyoruz
bugünün Anadolu’sunda ve Türkiye’sinde. Bırakın ümmet şuurunu; ırklar
birbirlerine kin kusuyor, iftiralar atıyor, birbirlerini öldürüyorlar.
Biri yüce ırk olmaktan dem vuruyor, diğeri özgürlüklerinin
kısıtlandığından. Biri kendine uydurma seanslarında bir ırkın kültürünü
yok etmek istiyor, diğeri haklarını elde etmek için ölüm tüccarlığı
yapıyor. Hatta biri, kendi ırkdaşlarını sırf hunhar savaşlarına destek
vermedikleri için fişleyebiliyor, daha da ileri gidip katlediyor. Hangi
ırktan olursa olsun; bu şekilde davrananların Çanakkale şehitlerini
dillerine dolayıp anmaya hakları olabilir mi ? Asla ve kat’â…
Ümmet şuurunu zedeleyenler, Türkiye topraklarındaki birlik ve
beraberliğin altına dinamit koyanlardır. Herhangi bir ırk değil problem
olan; ırklar üzerinden bazı zihinlere pompalanmış zihniyet en büyük
problemimiz. Bu noktada ırkından dem vuranlar, paylarına düşeni almalı
ve ecdadın hakikatleri ile yüzleşmelidirler.
İnsanımızın
diğer bir ızdırabını, algıda yaşadığı dejenereyi ortaya döken başka bir
vaka. İstanbul’un ılık günlerinden, öğle saatleri. Altmışını devirmiş
ihtiyar bir amca Nişantaşı bölgesinde evine doğru ilerlemekte. Amcanın
kıyafetleri nostalji havasında; pantolon, gömlek, hırka ve başında fesi.
Sokağın diğer ucundan da bir teyze yaklaşmakta; süslenmiş, püslenmiş,
baya da allanıp pullanmış, moda ikonu adeta; malum, orası Nişantaşı.
Teyze homurdanmaya başlıyor karşı yönden gelen amcayı görünce. Atılan
adımlar sayesinde, sokağın aynı eyleminde hizalaşıyorlar ve teyzenin
homurdanışı belirgin kelimelere dönüşüyor:
- Beyefendi, beyefendi. Nedir senin bu kıyafetin ? Cumhuriyetin kurucuları seni bu halde görse idiler, ne olurdu ?
Soruyu garipseyen ve anlamsız yadırgama karşısında üzülen amca, buğulu gözlerle moda ikonu teyzemize bakarak:
-Hanımefendi, peki, ya seni bu içinde gezindiğin İstanbul’u fethedenler bu halde görse idiler ?
Ardını
getirmemiş amca, sözü öylece sokağın ortasına bırakıp devam etmiş
yoluna. Teyze, amcanın ne demek istediğini yakalayıp kızarmış bir parça,
başını yere eğerek hızla uzaklaşmış oradan. Bir hikaye değil bu veya
tasavvur; yaşanmışlardan bir kesit, Nişantaşı’nda esnaflık yapan bir
ahbabımdan dinlediğim bir vaka. Anadolu topraklarında yaşayan, Çanakkale
cephesinde savaşan, o cepheye eş, evlat, kardeş gönderen mücahide
kadınlar süslenmeyi, allanmayı pullanmayı bilmiyor mu idiler
sanıyorsunuz. Elbette biliyor idiler; lakin çok önemli bir nüans farkı
ile süsleniyor idiler. O mücahide kadın(lar), eş(ler)ine süsleniyor,
eş(ler)i ötesinden dişiliklerini her anlamda sakınıyor ve saklıyor
idiler. Bugün, teşhircilik hastalığına tutulmuşcasına, kendini
soyunabildiği ve gösterebildiği kadar özgür sanan, kucaktan kucağa
gezmeyi en tabii hakkı gören, toplumun ahlaki yozlaşmasını tetiklemek
için dişiliğini kullanan kadınlar için mi savaştı Çanakkale Şehitleri ? O
günün şehitleri, bu sözünü ettiğimiz kitlenin kadınlarını görse idiler,
mideleri bulanırdı. O günün şehitleri, Çanakkale Zaferi’nin dört yıl
sonrasında, Maraş sokaklarında örtüye uzatılan ele kurşun sıkmayı bilen
Sütçü İmam gibiler için savaştılar. O günün şehitleri, örtülerinin
üzerlerinden çekilip alınmasına canları pahasına izin vermeyen
müennesler için şehit düştüler. Bu kıstaslara ihanet etmekle kalmayıp,
bu kıstasları ‘gericilik, yobazlık’ gibi kavramlar ile kategorize
edenlerin değil o şehitleri anmaya, dillerine dolamaya dahi hakları
yoktur. Hayasızlık esasına gelince; tekrar altını çizmek istiyorum;
örtünmemek ilk kertede hayasızlık değil, ilahi bir emiri ihlalden ötürü
fısktır (günahtır). Hayasızlık; örtünmemek ile kalmayıp, bunu ahlaki
yozlaşmanın silahı olarak kullanmak, örtünenlerin örtünmesine engel
olmaya çalışmak, bunu medeniyet diye pazarlamak ve örtünenleri mahalle
baskısı, psikolojik savaş gibi silahlar ile ezmeye çalışmaktır. Şayet
örtünmek gericilik ise; Çanakkale’de savaşanların hepsi ya gerici, ya da
gerici evladıdır!.. Üniversitelerde, muhtelif zihniyetlerin kurduğu
ikna odalarını ve o odalarda maruz kaldıkları baskı neticesinde bunalım
yaşayan körpe beyinleri unutmamalıyız. Suçları, İslami bir emiri yerine
getirmek. O ikna odalarını kurmak, o odalarda baskı yapmak ve yapılan
baskıyı haklı göstermeye çalışmaktır hayasızlığın dik alası.
Bir
kavmin helak olmasına sebep olan livata (homoseksüellik), cinsel
özgürlük olarak pazarlanıyor bugünün Türkiye’sinde. Patalojik bir eğilim
olduğunu düşünen psikologların dahi önü kesiliyor ve cinsel tercih
felsefesi yaygınlaştırılıyor. Çanakkale Şehitleri öyle mi ? O şehitlerin
kemikleri sızlıyordur, livatanın kol gezdiğini müşahede ettikçe. Bunu
meşrulaştırmayı da aştık artık, utanmazlığımızı katmerleştirip, bir de
homoseksüelleri koruma dernekleri kurduk. Neden mi ? Korumak falan
bahane, bu fesadı, bu haramı, ahlaki yozlaşmanın en iğrenç boyutlarından
birini yaygınlaştırmak adına kurduk o dernekleri. Özgürlük adına yaptık
bunları. Bir de slogan geliştirdik, tepki verenleri susturmak ve
dikkatleri başka yöne çekmek için. ‘Homoseksüellere ve homoseksüelliğe
tepki veren erkekler, kendilerini açığa vuramayan gizli
homoseksüellerdir’ gibi deli saçması bir slogan geliştirdik ve toplumu
bastırdık. Şimdi, ben, nesil emniyetini tahrip eden, inancımın
kesinlikle yasakladığı bir eğilime tepki vermekten çekineceğim, öyle mi ?
Profesyonelce hazırlanmış bir tezgah, direnmeyi bırakan kitleler usul
usul kabullenmeye başlarlar. Çanakkale Şehitleri, zikrettiğim sloganı
atmaya cüret edeni dipçik manyağı yapardılar. Bu çamurlaşmaya, bu
dejenereye göz yumuyoruz ve bizim o şehitleri anmaya hakkımız (mı)
var..?
Bu
ifade ettiklerim, ülkemizin tablosundan bir kaç kesit sadece.
Çanakkale’de denize döktüğümüz düşman, bürokrasi üzerinden tüm
emellerine ulaştı. Düşman, daha rahat bir kapıdan girdi ülkeye. Biz
düşmanı yenmiş ve düşman bizim kültürümüzü esas almak zorunda iken;
düşmanın ne kadar deli saçması olan kanun ve uygulaması varsa,
topraklarımıza transfer ettik. Ve bugünün Türkiye’sinin hali ortada.
Çanakkale
Şehitleri’nin ruhları şad olsun, diri bir hayat yaşıyorlar, sınırsız
bir mükafat içinde yaşıyorlar o hayatı üstelik. Lakin; bu gidişatı
değiştirmez isek, çok kötü bir şekilde yakamıza yapışacaklar. Koca bir
milletiz biz. Çanakkale Şehitleri’nin torunları, emanete sahip çıkamayan
torunlar… Aklımız ile dalga geçiyorlar, hatta yok sayıyorlar aklımızı;
geçmişimizi, menşeimizi ve menbaımızı zehirlediler.
Çanakkale Şehitleri’ni anmak bir görev değil, asil bir haktır aslında. Ve bizim böyle bir hakkımız olmadığını düşünüyorum.
O
yiğitlerin, anaların, genç kızların, tıfıl delikanlıların uğruna
savaştıkları değerlere, emanete sahip çıkamadığımız için, böyle bir
hakkımız olmadığını düşünüyorum. Onları unutmamamız gerektiği gibi,
nasıl bir emanet teslim aldığımızı da unutmayalım. Unuttuk halbuki; en
önemli kriteri, esası, faktörü unuttuk; Çanakkale’de verilen ve
kazanılan savaşın asıl sebebini unuttuk. Bunu unutan, şehitleri de
unutmuş demektir. Dostlar alışverişte görsün misali, o şehitleri anmak,
dilimize dolamak hayasızlık, küstahlık ve çaresizlikten öte bir şey
değil halbuki.
Emanete
sahip çıkamadığımız gerçeğini kabullenmek zorundayız. Bu gerçeği
kabullenip sıkılmadığımız ve hatta utanmadığımız sürece, emanet daha da
tarumar edilecek ve tüm değerlerimiz tam anlamı ile ayaklar altına
alınacaktır. Emaneti hep beraber düştüğü yerden kaldıralım; işte o zaman
şehitlerimizi şanlarına uygun şekilde anarız.
Realiteyi
görmezden gelerek, her şey güllük gülistanlık imişcesine anmaya devam
ettikçe; üzerimize sinmiş olan asimile sürecine karşı her geçen gün daha
fazla bağışıklık kazanıyoruz. Mikrop ile yaşamayı öğrenen bedene
döndük, ayakta ama hasta. Yaşıyor ama bağımlı, hür gibi görünüyor ama
pagan zihniyetin pençesinde. Kendimizi iyileştirmezsek, değerlerimize
bulaşan bakterilerin bizi yok edebileceğinden emin olabilirsiniz.
Çanakkale Şehitleri’ni anma hakkını kazandığımız günlerde buluşabilmek ümidi ile…
O şehitleri en güzel anlatan, onların şehadetini en güzel şekilde mükafatlandıran şöyle buyuruyor:
“Ve
Allah yolunda katledilenlere «Ölülerdir» demeyiniz. Bilakis, onlar
diridirler, fakat siz bilmezsiniz” (Bakara Süresi; Ayet 154).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder