İletişim: dusuncedehlizi@gmail.com

8 Nisan 2015

Çanakkale Şehitleri 100. Yıl – Hakkımız Var Mı ?

100 yıl geçti o günden bu yana; eksiksiz-fazlasız, tamtamına bir asır. Sırt sırta vermiş, Anadolu topraklarını düşmanın kirli el ve emellerinden temizlemek için savaşan yiğitlerin, benzeri nadir olan, Ashab-ı Kiram’dan esinlenerek tarihe not düştükleri zaferin üzerinden tam bir asır geçti.


Tüm dünyaya şaşkınlık yaşatan bir zaferdi. Bütün düşmanlar hayretler içinde kalmıştı; şaşkın oldukları kadar, mağlup da olmuştular. O gün, bugün her fırsatta konuşuldu Çanakkale’de verilen mücadele, hak edilen zafer. Evet, onlar hak etmiştiler zaferi, galibiyeti. Cephenin arka planında techizat temizleyen, yemek yapan, yaraları saran mücahide kadınlar; kınalı kuzu sıfatlandırılması ile cepheye koşmakta tereddüt etmeyen, şehit düşmek için dua eden, bir o kadar da, şehit düşmeden yeteri kadar düşman yok edebilme şerefine nail olabilmek için Yaradana yalvaran gençler, tıfıl delikanlılar; yıllarını bu topraklarda geçirmiş, ailesi, evi, sevdikleri bu topraklarda yaşayan koca(man) koca(man) yiğitler; hayatlarını İslam’a, ümmetin refahına adamış delikanlı ihtiyarlar; hepsi galibiyeti hak etmiş, zaferi tadımsamış ve en önemlisi, ne için savaştıklarını bilen, her biri şahsına münhasır timsallerdi.



Evet; Çanakkale’de savaşanların genci de, orta yaşlısı da, ihtiyarı da ne için savaştıklarını biliyorlardı. Orada, o gün Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Gürcü vesaire yoktu; yek vücut olmuş Müslümanlar vardı zira. Ümmet şuurunu yüreklerine sindirmiş; o günün öncesinde birarada yaşamayı, birbirlerini kendi nefisleri gibi korumayı, bu şuurun gölgesinde görev edinmiş Müslümanlar vardı. Tek bir hedefleri vardı; topraklarımızda, ümmetin üzerinde dolaşmaya çabalayan düşman elini kökünden kesip atmak. Düşmanın eli kadar, emellerinin de kirli olduğunu çok iyi idrak etmiştiler; canları pahasına da olsa izin vermemeye yemin içtiler; vermediler de, sildiler düşmanı ve emellerini topraklarımızdan. Çanakkale’de savaşan sadece bedenler değildi; ümmet şuuru savaştı, İslam ruhu kıyasıya çarpıştı düşman miğferleri ile. Ve Allah(c.c), Hatemü’l Enbiya’nin Ashabı’na lütfettiği zaferlerin benzerini, o gün senin, benim, hepimizin dedelerine ve nenelerine lütfetti. Çünkü; o günün savaşının ruhunda yatan amaç, yürekleri sarmış olan İslam inancını yere düşürmemekti.


Peki ya biz ? Bizim, bu bilinçli, mertlik abidesi, art niyetlerden uzak, sadece hakları olan can, akıl, din, nesil ve mal emniyeti için savaşan ve verdikleri bu asil savaşta şehit düşenleri anmaya, onların yaptıklarından yola çıkarak gururlanmaya, onları sahiplenmeye hakkımız var mı ?


Bugün’ün Türkiye’sine bakalım bu sorumuza cevap bulabilmek için…


Çanakkale’de belirleyici unsurlardan biri olan ‘ümmet şuurundan’ zerre göremiyoruz bugünün Anadolu’sunda ve Türkiye’sinde. Bırakın ümmet şuurunu; ırklar birbirlerine kin kusuyor, iftiralar atıyor, birbirlerini öldürüyorlar. Biri yüce ırk olmaktan dem vuruyor, diğeri özgürlüklerinin kısıtlandığından. Biri kendine uydurma seanslarında bir ırkın kültürünü yok etmek istiyor, diğeri haklarını elde etmek için ölüm tüccarlığı yapıyor. Hatta biri, kendi ırkdaşlarını sırf hunhar savaşlarına destek vermedikleri için fişleyebiliyor, daha da ileri gidip katlediyor. Hangi ırktan olursa olsun; bu şekilde davrananların Çanakkale şehitlerini dillerine dolayıp anmaya hakları olabilir mi ? Asla ve kat’â… Ümmet şuurunu zedeleyenler, Türkiye topraklarındaki birlik ve beraberliğin altına dinamit koyanlardır. Herhangi bir ırk değil problem olan; ırklar üzerinden bazı zihinlere pompalanmış zihniyet en büyük problemimiz. Bu noktada ırkından dem vuranlar, paylarına düşeni almalı ve ecdadın hakikatleri ile yüzleşmelidirler.


İnsanımızın diğer bir ızdırabını, algıda yaşadığı dejenereyi ortaya döken başka bir vaka. İstanbul’un ılık günlerinden, öğle saatleri. Altmışını devirmiş ihtiyar bir amca Nişantaşı bölgesinde evine doğru ilerlemekte. Amcanın kıyafetleri nostalji havasında; pantolon, gömlek, hırka ve başında fesi. Sokağın diğer ucundan da bir teyze yaklaşmakta; süslenmiş, püslenmiş, baya da allanıp pullanmış, moda ikonu adeta; malum, orası Nişantaşı. Teyze homurdanmaya başlıyor karşı yönden gelen amcayı görünce. Atılan adımlar sayesinde, sokağın aynı eyleminde hizalaşıyorlar ve teyzenin homurdanışı belirgin kelimelere dönüşüyor: 
- Beyefendi, beyefendi. Nedir senin bu kıyafetin ? Cumhuriyetin kurucuları seni bu halde görse idiler, ne olurdu ?



Soruyu garipseyen ve anlamsız yadırgama karşısında üzülen amca, buğulu gözlerle moda ikonu teyzemize bakarak:

-Hanımefendi, peki, ya seni bu içinde gezindiğin İstanbul’u fethedenler bu halde görse idiler ?


Ardını getirmemiş amca, sözü öylece sokağın ortasına bırakıp devam etmiş yoluna. Teyze, amcanın ne demek istediğini yakalayıp kızarmış bir parça, başını yere eğerek hızla uzaklaşmış oradan. Bir hikaye değil bu veya tasavvur; yaşanmışlardan bir kesit, Nişantaşı’nda esnaflık yapan bir ahbabımdan dinlediğim bir vaka. Anadolu topraklarında yaşayan, Çanakkale cephesinde savaşan, o cepheye eş, evlat, kardeş gönderen mücahide kadınlar süslenmeyi, allanmayı pullanmayı bilmiyor mu idiler sanıyorsunuz. Elbette biliyor idiler; lakin çok önemli bir nüans farkı ile süsleniyor idiler. O mücahide kadın(lar), eş(ler)ine süsleniyor, eş(ler)i ötesinden dişiliklerini her anlamda sakınıyor ve saklıyor idiler. Bugün, teşhircilik hastalığına tutulmuşcasına, kendini soyunabildiği ve gösterebildiği kadar özgür sanan, kucaktan kucağa gezmeyi en tabii hakkı gören, toplumun ahlaki yozlaşmasını tetiklemek için dişiliğini kullanan kadınlar için mi savaştı Çanakkale Şehitleri ? O günün şehitleri, bu sözünü ettiğimiz kitlenin kadınlarını görse idiler, mideleri bulanırdı. O günün şehitleri, Çanakkale Zaferi’nin dört yıl sonrasında, Maraş sokaklarında örtüye uzatılan ele kurşun sıkmayı bilen Sütçü İmam gibiler için savaştılar. O günün şehitleri, örtülerinin üzerlerinden çekilip alınmasına canları pahasına izin vermeyen müennesler için şehit düştüler. Bu kıstaslara ihanet etmekle kalmayıp, bu kıstasları ‘gericilik, yobazlık’ gibi kavramlar ile kategorize edenlerin değil o şehitleri anmaya, dillerine dolamaya dahi hakları yoktur. Hayasızlık esasına gelince; tekrar altını çizmek istiyorum; örtünmemek ilk kertede hayasızlık değil, ilahi bir emiri ihlalden ötürü fısktır (günahtır). Hayasızlık; örtünmemek ile kalmayıp, bunu ahlaki yozlaşmanın silahı olarak kullanmak, örtünenlerin örtünmesine engel olmaya çalışmak, bunu medeniyet diye pazarlamak ve örtünenleri mahalle baskısı, psikolojik savaş gibi silahlar ile ezmeye çalışmaktır. Şayet örtünmek gericilik ise; Çanakkale’de savaşanların hepsi ya gerici, ya da gerici evladıdır!.. Üniversitelerde, muhtelif zihniyetlerin kurduğu ikna odalarını ve o odalarda maruz kaldıkları baskı neticesinde bunalım yaşayan körpe beyinleri unutmamalıyız. Suçları, İslami bir emiri yerine getirmek. O ikna odalarını kurmak, o odalarda baskı yapmak ve yapılan baskıyı haklı göstermeye çalışmaktır hayasızlığın dik alası.


Bir kavmin helak olmasına sebep olan livata (homoseksüellik), cinsel özgürlük olarak pazarlanıyor bugünün Türkiye’sinde. Patalojik bir eğilim olduğunu düşünen psikologların dahi önü kesiliyor ve cinsel tercih felsefesi yaygınlaştırılıyor. Çanakkale Şehitleri öyle mi ? O şehitlerin kemikleri sızlıyordur, livatanın kol gezdiğini müşahede ettikçe. Bunu meşrulaştırmayı da aştık artık, utanmazlığımızı katmerleştirip, bir de homoseksüelleri koruma dernekleri kurduk. Neden mi ? Korumak falan bahane, bu fesadı, bu haramı, ahlaki yozlaşmanın en iğrenç boyutlarından birini yaygınlaştırmak adına kurduk o dernekleri. Özgürlük adına yaptık bunları. Bir de slogan geliştirdik, tepki verenleri susturmak ve dikkatleri başka yöne çekmek için. ‘Homoseksüellere ve homoseksüelliğe tepki veren erkekler, kendilerini açığa vuramayan gizli homoseksüellerdir’ gibi deli saçması bir slogan geliştirdik ve toplumu bastırdık. Şimdi, ben, nesil emniyetini tahrip eden, inancımın kesinlikle yasakladığı bir eğilime tepki vermekten çekineceğim, öyle mi ? Profesyonelce hazırlanmış bir tezgah, direnmeyi bırakan kitleler usul usul kabullenmeye başlarlar. Çanakkale Şehitleri, zikrettiğim sloganı atmaya cüret edeni dipçik manyağı yapardılar. Bu çamurlaşmaya, bu dejenereye göz yumuyoruz ve bizim o şehitleri anmaya hakkımız (mı) var..?


Bu ifade ettiklerim, ülkemizin tablosundan bir kaç kesit sadece. Çanakkale’de denize döktüğümüz düşman, bürokrasi üzerinden tüm emellerine ulaştı. Düşman, daha rahat bir kapıdan girdi ülkeye. Biz düşmanı yenmiş ve düşman bizim kültürümüzü esas almak zorunda iken; düşmanın ne kadar deli saçması olan kanun ve uygulaması varsa, topraklarımıza transfer ettik. Ve bugünün Türkiye’sinin hali ortada.


Çanakkale Şehitleri’nin ruhları şad olsun, diri bir hayat yaşıyorlar, sınırsız bir mükafat içinde yaşıyorlar o hayatı üstelik. Lakin; bu gidişatı değiştirmez isek, çok kötü bir şekilde yakamıza yapışacaklar. Koca bir milletiz biz. Çanakkale Şehitleri’nin torunları, emanete sahip çıkamayan torunlar… Aklımız ile dalga geçiyorlar, hatta yok sayıyorlar aklımızı; geçmişimizi, menşeimizi ve menbaımızı zehirlediler.


Çanakkale Şehitleri’ni anmak bir görev değil, asil bir haktır aslında. Ve bizim böyle bir hakkımız olmadığını düşünüyorum.

O yiğitlerin, anaların, genç kızların, tıfıl delikanlıların uğruna savaştıkları değerlere, emanete sahip çıkamadığımız için, böyle bir hakkımız olmadığını düşünüyorum. Onları unutmamamız gerektiği gibi, nasıl bir emanet teslim aldığımızı da unutmayalım. Unuttuk halbuki; en önemli kriteri, esası, faktörü unuttuk; Çanakkale’de verilen ve kazanılan savaşın asıl sebebini unuttuk. Bunu unutan, şehitleri de unutmuş demektir. Dostlar alışverişte görsün misali, o şehitleri anmak, dilimize dolamak hayasızlık, küstahlık ve çaresizlikten öte bir şey değil halbuki. 



Emanete sahip çıkamadığımız gerçeğini kabullenmek zorundayız. Bu gerçeği kabullenip sıkılmadığımız ve hatta utanmadığımız sürece, emanet daha da tarumar edilecek ve tüm değerlerimiz tam anlamı ile ayaklar altına alınacaktır. Emaneti hep beraber düştüğü yerden kaldıralım; işte o zaman şehitlerimizi şanlarına uygun şekilde anarız.

Realiteyi görmezden gelerek, her şey güllük gülistanlık imişcesine anmaya devam ettikçe; üzerimize sinmiş olan asimile sürecine karşı her geçen gün daha fazla bağışıklık kazanıyoruz. Mikrop ile yaşamayı öğrenen bedene döndük, ayakta ama hasta. Yaşıyor ama bağımlı, hür gibi görünüyor ama pagan zihniyetin pençesinde. Kendimizi iyileştirmezsek, değerlerimize bulaşan bakterilerin bizi yok edebileceğinden emin olabilirsiniz.


Çanakkale Şehitleri’ni anma hakkını kazandığımız günlerde buluşabilmek ümidi ile…


O şehitleri en güzel anlatan, onların şehadetini en güzel şekilde mükafatlandıran şöyle buyuruyor:

“Ve Allah yolunda katledilenlere «Ölülerdir» demeyiniz. Bilakis, onlar diridirler, fakat siz bilmezsiniz” (Bakara Süresi; Ayet 154).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder