15. yıl kapıda...
15 yıl önce şubat serinliğinde tanıştım kendisiyle.
Bıcır
bıcır konuşuyordu; kulak verdim. Konuşmasının içeriğinden maada, ses
tonundan benliğime süzülen ılık esintiyi dinliyordum. Kelimelere yüklü
esinti her geçen an daha da etkisine alıyordu beni; hani tatlı bir
uykuya dalıyormuş gibi, hipnozun 'içinden hiç çıkmasam' dediğimiz
türünden.
Cümleleri bitti, onun ardından başkaları
yeltendi konuşmaya; duymuyordum. Duyduğum tek şey, insan uğultularıydı,
anlam yükleyemediğim insan sesleri.
Yakınına sokuldum
usulca, gözlerimi üzerinden ayırmadan. Öyle kurguladığım, önceden
ayarlanmış cümle veya cümlelerim yoktu cebimde; o an için kurgulu hiçbir
cümle kesmezdi de beni zaten.
Yaklaştım, hiç
seslenmeden, sanki beni dinliyormuş gibi zınk diye savurdum aklımdan
geçeni; önce bakakaldı, sonra toparladı -daha doğrusu toparlamış gibi
davrandı- ve bıcır bir cümle ile mukabelede bulundu.
Aklımdan geçen, zınk diye savurduğum onda saklı; saklı da kalmalı....
Onun bıcır mukabelesi de bende...
...
'Ben bilirim' ifademin ardından gözlerime yüklenen tebessümü çok iyi hatırlıyorum.
O gün bugündür, onu her özlediğimde kuytulara düşer bakışlarım.
Mıh gibi saplı aklıma, düşünmeden geçirdiğim an(lar)ım yok; istesem de engel olamıyorum onu düşünmeye.
Bazen
kalakalıyorum olduğum yerde, aklıma saplı olduğu gibi, ben de olduğum
yere mıh gibi saplanıyorum. Kimi zaman kıpırdayabiliyorum kendimce;
tatsız, keyifsiz ve zaruri hamlelerle.
Bu aralar sabır keskin bir bıçak...
Bu sıralar zeminler kayıp gidiyor ayaklarımın altından...
Bu zamanlar zor, çok zor zamanlar...
Şehveti de aşan, şehvet kadarlığı fazlasıyla ardında bırakan tutku, aşk ve zapt edilemeyen hasret ile...