İletişim: dusuncedehlizi@gmail.com

8 Nisan 2015

Kul ve Vatandaş

Ardımızda bıraktığımız günlerden, akşam saatleri; sosyal çevremden bir arkadaş ve ben; çaylarımızı yudumluyoruz. İkimizin de keyfi gıcır; günün yükünü hafifletmiş laflıyoruz oradan buradan, az biraz da havadan sudan. Kelamlaşmamız orada burada gezinir iken, söz gelip Osmanlı’ya uğruyor. Demokrasi hayranı arkadaşım tespitte bulunuyor ışık hızı ile:
- Efendim, Osmanlı’da kul anlayışı var idi, bugünün Türkiye’sinde hakim olan ise vatandaş anlayışıdır.

Bu tespiti duyduğum anda ani bir refleksle soruyorum:
- Nasıl, nasıl ? Şimdi ne anlayışı var ?
- Vatandaş anlayışı.

Samimiyetimize dayanarak az biraz ironileşip, içeriği daha yoğun bir soru yöneltiyorum arkadaşıma:
- Tamam Şekerim. Bana şu kul anlayışı ile vatandaş anlayışı arasındaki farkı bir anlatır mısın; örneklendirerek yapabilirsin bunu mesela.
- Elbette. Türkiye’de seçme ve seçilme hakkı var; devleti yönetmek için aday olabiliyor veya adaylar arasından uygun bulduğumuzu seçebiliyoruz mesela.

Seçme ve seçilme hakkında söz eden arkadaşımın yüzüne bakarak; aramızdaki hukukun verdiği rahatlıkla ironi dozumu arttırarak:
- Seçiyor muyuz ? Hmmm, neye göre seçiyoruz Şekerim ?

Bu sorumun ardından arkadaşımdan garip sesler çıkıyor; birbirine iliştirilerek kelimeler oluşturulamayacak sesler:
- Neyznege...gegakukua.

Sonra toparlanıyor arkadaşım:
- Nasıl yani neye göre seçiyoruz ?

Şaşkınlığı ve sorumu garipseyişinden kaynaklanan alıklığına tepki olarak, ben:
- Ebenin amsterdamı. Evet, neye göre seçiyoruz, seçme ve seçilme hakkımızı düzenleyen kanun, kural, ölçü ne ?

Sorumu yakalayan arkadaşım:
- Türkiye anayasasına göre.
- Haklısın, anayasanın ‘Siyasi Haklar ve Ödevler’ başlıklı bölümünde, vatandaşın seçme ve seçilme hakkına dair bütün unsurlar belirlenmiş, açıklanmış ve en önemlisi hudutları çizilerek kapsüllenmiştir. Hatta bu bölümde, senin vatandaş anlayışı dediğin özelliğin temel esası olan ‘Türk vatandaşı’ da tanımlanmış, vasıfları kayda alınmıştır.

Arkadaşım, anayasanın net çizgiler koyduğunu vurgulamak amacı ile beni tasdikleyerek:
- Aynen, seçme ve seçilmenin resmi, anayasanın o bölümünde çizilmiş.
- Hmmm, benim seçme ve seçilme hakkına sahip olabilmem için –yaş, vatandaşlık, askerlik ve benzeri konularda koşulan tüm şartlara haiz olduğumu düşünelim-, Türkiye’de yürürlükte olan anayasayı onaylamam ve kabullenmem gerekiyor değil mi ?

Beni istediği noktaya yaklaştırdığını düşünen arkadaşım çayını yudumluyor ve:
- Evet Kaan, ne sanmıştın ?
- Bu noktada seçilme değil de, seçme hakkımı kullandığımı düşünelim. Herhangi bir tercihte, seçimde bulunur iken, aslolan hür iradedir ve herhangi bir baskının, etkenin gündeme gelmemesi ‘olmazsa olmaz’ şartlardandır. Mütalaasını yaptığımız seçme hakkımdan yola çıkarak oy kullanır iken öncelikle resmi ideolojiyi tasdiklemek zorunda kalıyorum, doğru mu ?

Arkadaşım, gözlerinde meramını anlatabilmişliğin parıltıları ile:
- Doğru. Oyunu kullanır iken önce resmi ideolojiyi tasdik ediyorsun, sevdim bu tespitini.
- Daha da açacak olursak; ‘Bu anayasaya göre beni, bizi, ülkemizi, x isimli partinin gölgesinde v isimli şahıs yönetsin’ diyoruz oy kullanır iken. Diğerleri de ‘Yok, kanımca bizi y isimli partinin gölgesinde z isimli şahış yönetmeli ‘ diyor ve tercihlerini o yönde kullanıyorlar.

Bu cümlelerimi dinleyen arkadaşıma:
- Şimdi, ben akıl sahibi bir insan olarak soruyorum. Kafadan, yargısız ve değerlendirmeye tabi tutmadan, hesabını yapmadan, bir unsuru (sistemi, ideolojiyi, fikri, siyasi kuramı vesaire); ki bizim durumumuzda sistemi; tasdik etmeye zorlanıyor isem, senin tenkit ettiğin kul anlayışı (Osmanlı’nın bazı dönemlerinde padişaha kayıtsız, şartsız itaat beklenmiştir maalesef; her döneminde değil lakin, Fatih S. Mehmet kadı huzuruna çıkmaktan gocunmamıştır mesela!..) ile demokrasi hayranlığından dolayı tellallığını yaptığın vatandaş anlayışı arasında ne fark var ?

Aklını kullanmayı seven, tüm olasılıkları gözden geçirme taraftarı olan arkadaşım, biraz düşünceli, biraz da temkinli:
- Şey, ehmm; bu açıdan hiç bakmamıştım doğrusu.
-‘Şey, ehmm’ tabi. Ben sana söyleyeyim farkı. Batıdan sandıklar ile getirdikleri zihniyetin algılarımıza şırıngaladığı saçmasapan bir hayat. Nasıl bir vatandaş anlayışından söz ediyorsun bana ?
- Hakların var; seçme ve seçilme, dinini tercih, düşünce özgürlüğü gibi hakların var sistemde, demokratik laik düzende.
- Bilirsin, yeri geldiğinde Osmanlı’yı İslam’ın referansında acımasızca elestirdiğim konular vardır. Sıraladığın hakların bir çoğu, daha kapsamlı şekilde Osmanlı sultasının gölgesinde de vardı. Osmanlı’nın iktidarı tereke gibi babadan oğula geçirmesi gibi konulara, başka bir sohbetimizde el atarız; mevcut sistemde haklarımı kimler belirliyor ?
- Yönetenler, iktidarı ellerinde tutanlar; anayasayı ihtiyaç hasıl oldukça dizayn edenler.
- Bu yetkiyi seçimler neticesinde alıyolar da; haklarımı belirler iken dayandıkları kaynak, beslendikleri menba ?
- Kendi akılları.

Bu cevabı vereceğini bildiğim arkadaşıma odaklanan bakışlarımda yoğunlaşan sorgulayışım ile ve yinelemesini istercesine:
- Ne dedin, ne ?
- Evet Kaan, kanunları belirlerken kendi akıllarından besleniyorlar.
- Yani, benden beşeri olan bir sistemin, beşer kaynaklı kanunlarını tasdiklemem bekleniyor..?
- Tam olarak bu bekleniyor, evet.
- Hiç kimse kusura bakmasın. Ben beni yaratan mükemmel bir varlığa, ALLAH’A –ki tüm insanlığa peygamberler gönderilmiş; sadece inanç esasları değil, yaşam disiplinleri tebliğ edilmiş; iktisadi, hukuki, siyasi, sosyal ve ahlaki kıstaslar emredilmiş- inanan bir müslüman, bir insan olarak; benim gibi yaratılmışların kendi yanlarından çıkardığı, hatta kendi yanlarından çıkarmakla kalmayıp, bu kanunların ilahi kanunlardan daha üstün olduğunu iddia ettikleri tüm deli saçmalarını reddediyorum. Ve bunu yapar iken sadece inancımdan beslenmiyorum; bilakis zekamı ve mantığımı tüm hatları ile kullanarak, idrak ve algımı temizleyerek aklımdan ve dimağımdan da besleniyorum. Ne ‘dinci, yobaz, gerici’ gibi yakıştırmalara takılıyorum, ne de komplekse giriyorum. Ben, inandığım kitapta bana verilen isim dışında, tüm isim, tanımlama ve sıfatları reddediyorum. Müslüman. Benim adım Müslüman. Ve unutmuyorum; Peygambere ‘Deli, sihirbaz, mecnun, aile-evlat arasını bozan’ gibi yakıştırmalarda bulunan zihniyetin, tiniyetin, kendini ilahlaştıran düşüncenin, bana ‘dinci, yobaz’ gibi yaftalar ile yakıştırma yapmasının doğal ve tabiatlarına uygun olduğunu unutmuyorum. Oluşturulmak istenilen havanın rüzgarına kapılmıyorum, aksine; düşünüyor, tahlil ediyor ve düşünce süzgecimden geçiriyorum. Düşünce süzgecimin iki önemli şubesi. Aklım. İnancım. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim. Benim, benim gibi yaratılmış insanların gündeme getirdiği ideolojilere teslim edilecek bir aklım yok !..

Beni dikkatlice dinleyen arkadaşım:
- Söylediklerin çok mantıklı aslında, lakin dinin istismar edildiğini de unutmamak lazım.
- Suistimalse sıkıntı, asıl problem din istismarının istismarıdır arkadaşım. Bu da enine-boyuna mütalaa edilmesi gereken, propaganda arenasında malzemeleştirilen önemli bir handikap. Çok daha önemli bir husus var değinmek istediğim. Tarihi kurcalıyorum; her yıl gurur ile, göğsümüzü kabarta kabarta andığımız, imkanlarımız dahilinde ziyaret ettiğimiz, ‘Ruhları şad olsun’ gibi ifadelerle yâd ettiğimiz Çanakkale Şehitleri ile konuşuyorum, haklı olduğumu söylercesine yere bakıyorlar neden savaştıkları ve şehit düşmek için dua ettiklerini sorduğumda; ‘Biz bugün geliştirdikleri, Anadolu topraklarında yaşayan insanları mahkum ettikleri düzen için savaşmadık’ diyebiliyorlar sadece. Bir toprağın sadece kime ait olduğu değildir önemli olan; o toprağın üzerinde nasıl yüründüğü, neler yapıldığı ve neler için kullanıldığı çok daha önemlidir. Dilerim, Çanakkale’de yatanların hiç biri, uğruna savaştıklarına ettiğimiz ihanetten ötürü yakamıza yapışmaz.

Tarih konusunda yüklü ve hassas olan arkadaşımın duygulandığını hissedince, sohbeti tadında bırakmak istiyorum. Hesabı ödedikten sonra kafeden ayrılıyoruz. Ertesi gün görüşmek üzere sözleşip vedalaşıyoruz arkadaşım ile.

Hep düşünürüm; bizi yıllarca nasıl aldattıklarını, psikolojik savaşta nelerle susturup bastırdıklarını düşünürüm hep. Yıllarca gururla söylediğimiz, bizi temsil ettiklerini sandığımız vekillerin oturduğu meclisin duvarında koca harfler ile yazılı olan cümle; Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Kocaman, büyük harflerle yazılı üstelik. Dimağlarımızı, algılarımızı manipüle ettiler, öyle böyle de değil. Yaratanın varlığına inanan; ‘Egemenlik, hakimiyet kayıtsız şartsız ALLAH’INDIR’ esasına dayanan İslam inancına tabi olan bir insanın ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ diyebilmesi mümkün müdür ?

Biz; sen, ben ve onlar; satırlarımda tanımladığım hepimiz; bakan, görme yetisine sahip olan; lakin bakarken göremeyen körler miyiz ?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder