İletişim: dusuncedehlizi@gmail.com

16 Ekim 2015

Kirli Propaganda (1) - Erken Seçime Günah Keçisi


Üç aydır izliyorum, ülkemi ve yurdum insanını. İzledikçe hayretlere düşüyorum. Kah karamsarlığa kapılıyorum, kah hiddetleniyorum; çoğu zaman da geçmişten süregelen köhneliğe, bağnazlığa, tekdüzeliğe ve fikirsizliğe söyleniyorum. Ve her defasında yaratılış gayemi anımsıyor; insanın çeşitli kabiliyetleri olduğu kadar türlü türlü zaaflarının da olduğunu hatırlıyor ve kendime geliyorum. Varoluşun, salt bu dünyadan ibaret olmadığını içime sindire sindire tebessüm ederek, hakikate yolcu ve yoldaş olabilmenin ümidini taşıyor ve inadına yaşıyorum.












Neden mi hayretlere düşüyorum, ülkemi ve yurdum insanını izler iken ? Kirli propagandaların çokluğundan maada; zihinlerini, algılarını ve muhakeme yetilerini, kendi fikirlerini destekleyen her sese hesapsız teslim eden insan(lar)ımın çokluğundan düşüyorum hayretlere. Menfaat güden; rantları için ailelerini kurban edebilecek kadar yitikleşen; sosyal, iktisadi ve ictimai hegemonyalarını kaybetmemek adına envai ihaneti, adiliği ve adaletsizliği mübah telakki eden; necis hedeflerini pragmatizm sahillerinde oportünist şezlonglara yayılarak haykıran solucan ve sürüngen karakterlilerin kobay(lar)ına dönüşen insan(lar)ımın çokluğundan düşüyorum hayretlere.

Mesela...

7 Haziran 2015 tarihli genel seçimlerde AKP %40.87 (258 milletvekili), CHP %24.95 (132 milletvekili), MHP %16.29 (80 milletvekili), HDP %13.12 (80 milletvekili) oranında oy aldı. Sultayı yaklaşık 13 yıldır elinde tutan partiye karşı ‘%60’ oranında bir zafer kazanılmıştı sanki, bazı kesimlerin iddialarına göre. Oysa Türkiye ve benzer ülkelerdeki demokratik(!) sisteme, seçim ve siyasi yönetmeliğe (en fazla oy prensibi) göre seçimin kazananı AKP idi, aldığı %40.87 oy oranı ile. Buna rağmen, %60’lık bloktan söz ediliyor ve AK partinin seçimi kaybettiği söyleniyor ve zafer çığlıkları atılıyordu. Cüneyt Özdemir gibi, terör yanlılığını AKP düşmanlığının ardına saklamaya çalışan sözde haberciler, Sırrı Süreyya Önder gibi Gezi provokatörü, teröre hamallık yapmaktan haz alan karakterleri ekranlarına taşıyor, omuzlarını sıvazlıyor, ‘kadim dost’ olarak takdim ediyor ve zafer sarhoşluğunda kahkahalar atıyorlardı. Aynı Cüneyt Özdemir, Gezi kalkışmasında gündeme gelen genç bir kızı yayınına ‘cici  kız’ olarak taşımıştı. Cüneyt Özdemir gibi, AKP düşmanlığını meslek haline getiren, bu düşmanlıklarının ardına saklanarak tüm hain duygularını, iğrenç emel ve ihtiraslarını hayasızca teşhir edebilenlerin ekrana taşıdıkları cici kız, PKK saflarına katılmak için Kandile gidip, kendini terör örgütüne gerilla olarak teslim eden Ayşe Deniz Karacagil’den başkası değildi. Millet bunu unutmuştu; Cüneyt Özdemir ve Sırrı Süreyya Önder dostluklarının, diğer adı ile terörden beslenme ittifaklarının zafer çığlıklarını atar iken yüzleri kızarmıyor ve hararetli hararetli konuşabiliyorlardı. Biliyorlardı çünkü; bu millet unutkandı, bu millet fanatizmin gölgesinde fikir bunalımı yaşayan kurbanların ezici çoğunluğundan oluşan kitlelerden ibaretti. Bu millet Gezi’de kullanılan gençlere güttürülen hesapları dahi unuttu. Gezi sözcüleri, hükümet ile görüşmelerinde taleplerini sıralar iken, ‘Üçünçü köprü ve havalimanı inşaatları durdurulacak, projeler iptal edilecek ve bu iki girişimden kesinlikle vazgeçilecek’ gibi akla zarar, ‘ihanet manifestosu’ telakki edilecek beyanatları dillendirmekten hiç çekinmediler. Üstlendikleri ihale buydu ve patronları sınırötesinden yönlendiriyordu bu taşeronları. Bu millet, sözde ‘özgürlükçü’ Gezi sözcülerinin bu taleplerini dahi unutmuştu. Propagandaya göre; iktidar bağnaz; Gezi özgürlük için direnen bir hareket ve bu harekete destek verenler adaletli cesurlardı. Propaganda yerini bulmuştu ve Gezi muhalif kanadın zihnine bu şekilde yazılmıştı artık. Muhalif kanat, nasıl ve ne için kullanıldıklarını fark edemeyecek kadar muhalifti zira; fanatizmin diğer bir boyutu olan kontrolsüz fobilerine yenik düştüklerinden ötürü.

Seçim sonuçlarından yola çıkarak, %60’lık bloku oluşturan  zafer (CHP-MHP-HDP) üçlüsüne dair atılan zafer çığlıkları, meclis başkanlığı seçimlerinde sönükleşmeye başladı ve sonrasında hiç böyle bir iddiada bulunulmamış gibi unutuldu gitti, bazı kesimler tarafından (!). ‘Mahşerin üç atlısı’ gibi poz vermeye yeltenmiş ama bunu başaramamış ‘zafer’ üçlüsü, değil hükümet kurmak, meclis başkanlığı gibi konularda dahi anlaşamamıştı. Artık yeni bir propagandaya ihtiyaç duyuluyordu. Erken seçim kapıyı çalıyordu; erken seçim bir devlet için istikrarsızlıktı, erken seçim bir ülke için iktisadi anlamda büyük bir külfetti ve bu duruma bir günah keçisi gerekiyordu. AKP isimli oluşumdan daha âlâ bir günah keçisi aramak aptallık olurdu. Bahanesi hazırdı hatta. Partinin başkanlığını bırakıp Cumhurbaşkanlığına geçmiş olmasına karşın, ağırlığını partinin üzerinde ezici derecede hissettiren Erdoğan; seçim öncesinde ‘400 milletvekili’ hayali kuruyor ve bunu sık sık dillendiriyordu. Siyasi hırsa dönüştürmüştü bu hedefini, talebini. Propagandanın ıslıkları çalınmaya başladı, soru şeklinde. ‘Erdoğan hedefine ulaşamadı ve 400 milletvekili çıkaramadı. Ne yapacak sence, sizce’ gibi sorular dökülüyordu propaganda ıslıklarından. Cevabı da, soran veriyordu hemen ardından; ‘Erken seçim opsiyonunu kullanacak’ diyerek. Ülkeyi erken seçime mahkum eden, koalisyon ihtimallerini tıkayan, ‘tek’ ötekileştiren, ‘tek’ hırs sahibi, iktidar budalası Erdoğan, dolayısıyla AKP idi artık; propaganda gereği.

Rasyonel düşünceyi esas alarak; %60’lık blokun izafi zaferinden başlayarak sorulacak yığınlarca soru var iken, propangadaya kulak verenler çoğalıyordu. Ülkedeki istikrarsızlık kimin umrunda idi, günah keçisi bulunmuştu nasılsa. Ve ülkenin istikrarından birinci derecede sorumlu siyasi partilerin her biri –sultayı elinde tutan ve muhalifler-, siyasi rantlarının kıskacında kıvranıyordu.

HDP isimli oluşumun meclise girmesi için, siyasi seferberlik ilan etmiş CHP, mezkur %60’lık blok ile istikrarlı ve stabil bir hükümet kurabilmeliydi. HDP’yi destekleme amaçları, sultayı Erdoğan’ın ve partisinin elinden almaktı. Bu bağlamda kafalarında tasarladıkları hamlede (!) başarılı (gibi) oldular olmasına da, bu başarı CHP’nin işine yaramadı. Bu başarı, sırtını terör oluşumlarına dayamış HDP’nin işine yaradı ve CHP bu anlamda siyasi angajesini kullandırttı; tıpkı tenkit ettiği AKP gibi kullandırttı.

MHP, sadece mazbata derdinde olan bir parti havasında hareket eder iken, ‘vatan, millet, sakarya’ edebiyatını dilinden ve elindeki belgelerden düşürmedi. Daha da ileri giden MHP, daha seçim sonuçları ılıklaşmadan, sıcağı sıcağına kameraların karşısına geçip, mevcut seçim sonuçlarının gündeme getirebileceği her türlü koalisyon girişimine kapalı olduğunun beyanatını verdi. Her ne kadar ilerleyen süreçte, seçim akşamında verdiği beyanata muhalefet edercesine koalisyon görüşmelerinde bulunmuşsa da, genel anlamda seçim sonuçlarında vardığı ‘Ben bu sonuçlardan çıkabilecek tüm oluşumlardan beriyim’ tavrını değiştirmedi ve tüm koalisyon ihtimallerini darboğaza sürükleyerek nefessiz bıraktı ve neticede imkansızlaştırdı. 'Terörün sözcülüğünü yapan bir parti ile aynı sayıda milletvekili çıkarmanın' ayıbına hiç mi hiç değinmek istemiyorum (!).

Bu süreçte figüran parti olan HDP, hedefine ulaşmışlığın gevrekliği ve pervasızlığı ile (siyasi fahişeliklerinin gereği olarak) tüm koalisyon ihtimallerine açık oldukları yönünde demeçler verdi; fiili ve müzakere anlamında ise aksine çıkmaza sürükledi. (HDP’nin planı çok daha farklı ve kanlıdır çünkü; 80 milletvekili çıkarabilmenin kutlamasını vatan evlatlarının kanları ile yapacaktır ilerleyen günlerde.)

Türkiye’de hakim olduğu iddia edilen temsili (!) demokrasiye göre, en çok oy olan partinin hükümetin içinde olması gibi bir zorunluluk söz konusu değildi. Temel prensip en az 276 milletvekilinin desteklemesi yönünde. Seçimin muzafferi addedilen CHP-MHP-HDP üçlüsü, aritmetik olarak 292 milletvekiline sahip olmasına rağmen ittifak edip hükümeti kur(a)madı ve ülke istikrarını tehlikeye attı.

Tüm bu tabloya rağmen...

Türkiye’yi yeni bir seçime, diğer adı ile erken seçime zorunlu kılanın Erdoğan (AKP) olduğu söylenmekte ve kıyasıya bunun propagandası yapılmaktadır; özellikle de %60’lık blokun sözcülüğünü üstlenmişler tarafından.

Halbuki...

Türkiye’yi erken seçime mecbur eden Erdoğan ve Erdoğan’ın şahsında AKP değil; kendi aralarında AKP’siz hükümet kurabilecek ve AKP’yi ana muhalefet konumuna düşürebilecek imkana sahip olmalarının karşısında, kırmızı çizgilerini, ilkelerini ve ‘partici’ şartlarını AKP'ye dayatmak için birbirleriyle yarışan CHP-MHP-HDP üçlüsünü oluşturan muhalefet partileridir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder